Bu çağa sadece yılbaşı ağacı yetmiyor.

Her aralık sonunda aynı ritüel tekrarlanıyor. Bir ağaç alınıyor, eve kuruluyor. Dallarına ışıklar asılıyor, parlak toplar takılıyor, tepesine umut konduruluyor. Yeni bir yılın, eski yaraları örtebileceğine inanmak için.

Ama bu yıl…
Bu ülkede…
Bu çağda…
O ağaca süs yetmiyor.

Çünkü dallar bu yıl ağır.
Üzerine asılan şey umut değil artık; taşınamayan hayatlar.
Işıklar var evet; renkli, göz alan, dikkat dağıtan.
Ama bu ülkede ışık çoğu zaman yalnızca süste var.
Vitrinde var, sofrada yok.
Evde yanıyor, sokakta sönüyor.
Geceyi aydınlatıyor ama sabaha çıkamayan hayatlar var.

Bu yıl ağacın bir dalına geçim asalım.
İnce bir ipten sarkan, her an kopacak gibi duran.
Asgari ücretle tutunanların, emekli maaşıyla ayı sayanların, yetim aylığıyla hayatı eksiltmeden yaşamaya çalışanların, işçinin de memurun da aynı dar nefesi olsun.
Parlak görünsün ama içi boş olsun, çünkü ay sonuna gelince herkesin cebi öyle.

Bir dalına adalet asalım.
Camdan yapalım.
Uzaktan bakınca zarif dursun, yaklaşınca çatlakları görünsün.
Herkese eşitmiş gibi parlasın ama dokununca kimin elini keseceği belli olsun.

Bir ışık daha takalım ağaca…
Adalet ışığı.
Ama loş olsun.
Uzaktan var gibi dursun, yakına gelince sönsün.
Çünkü bu ülkede adalet, en çok olmadığı zaman anlatılıyor.

Bir başka dalına utanma duygusu asalım.
Bulabilirsek tabii.
Çünkü artık yalan söylerken yüz kızarmıyor,
haksızlık yapılırken ses titremiyor.
Eskiden “ayıp” diye fısıldanan şeyler, bugün yüksek sesle savunuluyor.
Utanmak zayıflık sanılıyor, utanmamak marifet.

Bir dalına liyakat asalım.
Bu ülkede artık liyakat, hak edene değil, itaat edene veriliyor.
O yüzden en ağır yük, iş bilmeyenlerin taşıdığı unvanlar.

Ağacın altına gelecek koyalım.
Ama çocukların bavullarıyla birlikte.
Gidenlerin adımlarını sayalım, kalanların umudunu tartalım.
Bir ülkede gençlik gitmeyi planlıyorsa, orada yeni yıl sadece takvim değiştirir; gelecek değil.

Bir dalına sabır asalım.
Ama kırmızıyla işaretleyelim.
Çünkü sabır artık bir erdem değil, tükenmişliğin kibar adıdır.
“Biraz daha dayan” denilen her yıl, insanın içinden biraz daha alıyor.

Ağacın altına eskiden hediyeler koyardık.
Bu yıl altına borç koyalım.
Kredi kartı ekstreleriyle süslenmiş, ertelenmiş hayallerle paketlenmiş.

Bir ışık daha ekleyelim, vicdan lambası.
Yanıp yanmadığını kontrol etmeyelim.
Çünkü bozuk olduğu biliniyor ama fark edilmesi istenmiyor.
Bir ülkede vicdan yanmıyorsa, hiçbir ışık gerçek değildir.

Eskiden ağacın tepesine yıldız koyardık.
Bu yıl yıldız yerine ar damar koyalım.
Kesilmemiş ve çatlamamış olanından.
Çünkü ar damarı çatlayan bir toplumda her şey mubah, her şey açıklanabilir, her şey normalleşir.

Bu çağ süslenmeyi seviyor.
Gerçeği örtmeyi, acıları paketlemeyi, yoksulluğu istatistikle gizlemeyi…

Ama bu çağ utanmayı sevmiyor.
Çünkü utanmak durdurur.
Yavaşlatır.
Sorgulatır.

O yüzden bu ülkeye, bu yıla, bu çağa sadece yılbaşı ağacı değil; bir ar damar, bir utanma duygusu, bir de sürekli yanan vicdan lambası lazım.

Yoksa her yeni yıl, aynı karanlığı daha parlak süslerle saklamaktan ibaret olacak.

Ve biz, yine her yeni yıla girerken biraz daha eksileceğiz.

Bazı yıllar takvim değişir.
Bazı yıllar insanın içi.

Bu yıl hangisi olacak, ağaca ne astığımızdan değil, hayatta neyi görmezden geldiğimizden belli olacak.

SONSÖZ
Yine de… her şeye rağmen…
Yeni yılı karşılıyoruz; sevgimizle, umudumuzla, hayallerimizle.
Yorulduk ama vazgeçmedik, kırıldık ama birbirimizden kopmadık.
Sağlıkla, mutlulukla, huzurla, bol bereketli, dayanışmayla ve kalpten gelen bir sevgiyle ayaktayız.

Hoş gel. 2026