Uyarı mahiyetindeki bu makaleyi elbette Cumhuriyet Halk Partisinin eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na hitaben kaleme aldım... Kendisine açıkça söyleyeyim: Bu pazar Ankara Tandoğan’da yapılacak miting Kılıçdaroğlu ve ekibi için köprüden önce son çıkıştır.

Bu mitingde Kılıçdaroğlu otobüsün üstüne çıkıp Özgür Özel’in çağrısına uyarak CHP'nin yargı eliyle dizayn edilmesine karşı en önemli güvencenin kendisinin olduğunu açıklaması ve muktedirlerin tezgaha koyduğu böyle bir kumpasa asla alet olmayacağını açıkça ifade etmesi bir “işbirlikçi” olarak yaftalanmasını önleyecek son şanstır, bende zat-ı alilerine bu son şansı hatırlatabilmek için köprüden önce son çıkış başlığını kullandım.

Bakınız işbirlikçilik ve hainlik kimsenin yemek istemeyeceği, son derecede ağır bir damgadır, kişilerin bu damgayı yememek için hal ve tavırlarına son derecede dikkat etmesi gerekir. Böyle bir damgayı bir kere yedin mi sonradan silmek ise neredeyse mümkün değildir.

Bu arada şunu da söylemek isterim ki işbirlikçilik yapan kişiye ne eski yol arkadaşları ve nede yamanmaya çalıştığı yeni yol arkadaşları bir daha asla güvenmez.

Herkes bir defa işbirlikçilik yapıp, yol arkadaşlarına ihanet etmeyi içine sindirebilen bir kişinin gelecekte aynı tutumu yeni yol arkadaşlarına karşı da göstereceğini düşünür.

Teşbihte hata olmaz denir, halk arasında anlatılan ve herkese ders olması gereken bir işbirlikçilik ve ihanet hikayesi vardır, sizinle de paylaşmak isterim:

Timur, demirden iradesi ve yenilmez ordusuyla bir kez daha fetih yolunda ilerliyormuş. Yolu üzerinde sarp kayalıklar üzerine kurulu, geçit vermez bir kaleye ulaşmış. Bu kale, cesur bir sultan tarafından yönetiliyormuş ve surları, hiçbir ordunun geçemeyeceği kadar sağlam, kapıları ise demirden bir iradeyle kilitliymiş.

Sultan, Timur’un geldiğini duyunca kaleyi savunmak için hazırlıklara başlamış. Ancak sultanın en güvendiği veziri, hırs ve kıskançlık ateşiyle yanıp tutuşuyormuş. Vezir, sultanın gölgesinde kalmaktan bıkmış, kendi adını yüceltmek ve zenginlik elde etmek istiyormuş. Timur’un casusları, vezirin bu zayıf noktasını fark etmiş. Bir gece, gizlice vezirle buluşmuşlar ve ona altın dolu keseler, topraklar ve yüksek bir mevki vaat etmişler. Vezir, bu cazip teklif karşısında sadakatini unutmuş ve kalenin anahtarlarını Timur’un adamlarına teslim etmeye razı olmuş.

Bir gece yarısı, vezir sessizce kalenin kapılarını açmış ve Timur’un ordusunun içeri girmesine izin vermiş. Kale, kısa sürede kılıç sesleri ve insan çığlıkları ile dolmuş.

Sultan, ihanete uğradığını anlamış, ama artık yapacak bir şey kalmamış; kalenin savunması çökmüş, kale Timur’un eline geçmiş.

Ertesi sabah, Timur, kalenin ana meydanında tahtını kurmuş. Hain vezir, zafer kazanan hükümdarın huzuruna getirilmiş.

Vezir, Timur’un ayaklarına kapanarak yalvarmış: “Ey büyük hükümdar, sana kaleyi teslim ettim! Vaat ettiğin altınları ve şanı bana bahşet!”

Timur, vezirin yüzüne soğuk bir gülümsemeyle bakmış ve şöyle demiş: “Verin altınları, alın kellesini!”

Vezir şaşkına dönmüş: “Ama efendim, ben size hizmet ettim! Kaleyi sizin için açtım!” Demiş.
Timur, sert bir sesle cevap vermiş: “Sen sultanına ihanet ettin, kendi kaleni sattın. Bana sadık olacağının garantisi nedir? Yarın bir başkası biraz daha fazlasını verirse bana da ihanet edersin, ihanetin bedeli altın değil, kelledir. Altınlarını al, ama canını bırak!”

Timur’un bu sözü üzerine cellatlar, vezirin önüne altın keselerini yığmış. Vezir, altınlara bakarken kellesi alınmış.

İnsan denilen varlık zayıftır. Sadece menfaatler değil kıskançlık ve hırs da onu kolayca baştan çıkarıp, olmaz denilen işler yapmasına sebep olabilir. İşte böyle anlarda neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda en iyi rehber tarihe geçmiş böyle yaşanmışlık hikayeleridir.

Özellikle de siyaset ve devlet adamlığı söz konusu olduğunda daima büyük güçler çarpışır, ortada büyük menfaatler ve tehditler döner. Böylesi bir iklimde doğru olanı bulup yapmak kolay değildir bunun için önce insanın egosunu yenmesi, sonrada aklını kullanabilmesi gerekir.