Ertuğrul Kılıç
Seçim zamanlarını seviyorum. Ülkem adına içimde yeni bir umut doğuyor, gerçekleşmese de, hatta olmayacağını bilsem de.
Olsun, insanlarımızın umutlarını tazelemesine ihtiyaçları var. Umut oldukça her şey insana daha güzel görünüyor. Ne kadar umut var, belki de o kadar yalan ve kandırma var, yine de umutlarımızdan vaz geçemiyoruz.
Ülkemizi yirmi bir yıldır tek başına bir parti yönetmekte. İktidara geldiği dönemde, ülkede yaşanan ekonomik kriz ve geniş kesimleri umutsuzluğa sürükleyen bir toplumsal gerginlik vardı. Dönemin iktidarından umudunu kesmiş bir halk bir tarafta, diğer tarafta sosyal ve ekonomik kriz koşullarında yapılan seçimde bir umut olarak iktidar olan bir AKP.
O günleri hatırlayanlar bilir, Başbakanlık binası önünde atılan bir yazar kasa toplumun gündemine oturmuştu. Ankara Siteler esnafı Tandoğan meydanında ekonomik gidişata karşı hatırı sayılır bir miting yapmıştı. Toplumun her kesimi gidişattan hoşnutsuzluğunu açığa vurmakta idi. İşsizlik artmış gelir dağılımı bozulmuş, döviz ve faiz artmış, o zamanın iktidar yönetemez hale gelmişti. IMF’den istenilen ekonomik yardım adı altında ülkemize dayatılan koşullarda halkın geniş kesmi, dar gelirliler, sadece emeği karşılığı bir ücret gelirine sahip olanların yaşamları, uygulanan ekonomik reçetelerle çok daha kötü hale gelmişti.
Bu durum bizim gibi ülkelerde belirli zaman periyotlarında kaçınılmaz hale gelmekte. Dünya sermaye sınıfının da aralıklarla yaşadığı krizler( kapitalizmin kaderi olsa gerek) bizim gibi ülkelerin dar gelirlerinin, yoksullarının omuzlarına daha büyük bir yük olarak binmekte.
Hani küçüklüğümüzde, büyüklerimizin masal anlatırken söyledikleri bir tekerleme vardı. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken … diye devam eden.
Bizde döndük dolaştık üzerinden yirmi bir yıl geçti tekerlemedeki söz dizinindeki gibi başa döndük. İşsizlik almış başını gitmiş, pahalılık diz boyu olmuş, basına yansıyan haberlere göre döviz bulmak için Merkez bankası Kapalı çarşıdan döviz alır hale gelmiş, ekonomi basınına göre sürdürülebilir bir ekonomi ufukta gözükmemekte. Markette pazarda fiyatlar kontrolden çıkmış gibi, halk bir gün önce aldığı bir malı ertesi günü aynı fiyata almaz duruma gelmiş.
Yirmi bir yıl sonra, döndük dolaştık geldik, AKP’ nin iktidar olduğu dönemdeki koşullara. TÜRK-İŞ sendikasının araştırmasına göre açlık ve yoksulluk sınırı, “Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 9.591,13 TL’ ye,
Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı (yoksulluk sınırı)31.241,48 TL’ye,
Bekâr bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ ise aylık 12.469,98 TL’ye” gelmiş bulunmakta. Çalışanların milli gelirden aldığı pay son zamanlarda yüzde 30,1 ‘den yüzde 26,5 e gerilemiş, Sermayenin milli gelirden aldığı pay ise yüzde 52,5’ten yüzde 54,5’e yükselmiş.
O kadar zaman (tam 21 yıl) boşa geçmiş gibi. Ortada ne bir refah ne de bir sürdürülebilir yaşam kalitesi. Toplumsal sorunlar üst üste konuldukça ve ülkeyi terk eden gençleri de görünce umutsuzluk daha da çoğalarak artıyor sanki.
Ekonomik kriz ortamında, 14 Mayısta genel seçim ile Cumhurbaşkanlığı seçimine gidiyoruz. Eski seçim heyecanı olmasa da ekonomik koşullar altında beli bükülen halk söylenen sözlere, verilen vaatlere kulak kesilmekte.
Millet ittifakı yeni şeyler söylerken, Cumhur ittifakı sanki yirmi bir yıldır iktidar değilmiş gibi yeni bir beş yıl daha isteyerek (üstelik bu kötü gidişattan hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi) kendilerinin bu kötü gidişi değiştirebileceklerini söylemekte. Bir önceki seçim vaatlerinin de gerisine düşerek aynı şeyleri tekrar ederek seçim beyannamelerini açıkladılar.
Sanki bunca senedir (21 yıldır) AKP ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayip Erdoğan bu ülkeyi yönetmemiş, işsizliği, yoksulluğu, eğitimi, sağlığı, enflasyonu, gelir dağılımındaki adaletsizliği, gençlerin umutsuzluğa düşerek ülkeyi terk etme isteklerini, kadın cinayetlerinin sürekli artmasında yönetimin hiçbir katkı payı yokmuş gibi davranabilmektedirler.
Ancak geldiğimiz noktada iktidar olup, muhalefet gibi davranarak sanki hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi davranış sergileyerek, bu kötü ekonomik ve sosyal gidişatı biz iktidar olunca çözeceğiz söylemine teslim olunmamalıdır.
Millet ittifakı ise toplumun sorunlarının sadece iktidarın tahrip ettiği devlet kurumlarının tekrardan inşa edilmesiyle her şeyin güllük gülistanlık olmayacağını görmesi lazım. Siyasi iktidar olmak aynı zamanda toplumun kaynaklarını optimum verimlilikte planlayarak, çalışarak ortaya çıkardığı büyümeden kaynaklanan gelirin hangi kesimlere hangi ölçülerde dağıtacağını açıkça ortaya koymalıdırlar. Sadece “Aile Sigortası” projesi ile bu ağır yoksulluğun önlenemeyeceğini görmelidirler. Oluşturulan ittifakta AKP iktidarından gelen partilerin olması unutulmamalıdır. Geçmişte uygulanan ekonomik programların devamı olacak politikalar terk edilmelidir. Aynı politikaları sürdürmek anlayışı yoksulların ve emeğiyle çalışanların bu kötü gidişatın kaderleri halene yeniden gelmesi önlenmelidir.
İktidar olmak için sürekli genişleyerek oluşturulan ittifaklar, hangi ekonomik ve sosyal politikaları savunduğunun toplum tarafından bilinmeyen, hatta hafızalarda kötü anılar taşıyan hantallaşan yapılar haline gelinmemelidir.
Normal şartlar altında bir araya gelmeyecek politik anlayışlar, istikrar sağlansın diye yaratılan bugünkü sitemde toplum için yapılacakların üstü örtülerek bir ardayız anlayışına hapis olunmamladır.
Yeni oluşan siyasi durum hibrit bir siyasal duruştur. Bu hibrit duruş everilerek seçimden sonra halk için yeni bir umut kaynağı haline getirilmelidir.