Hazreti Mevlanaya ait olduğu söylenen bu söz ve yüzyıllar öncesinden süzülerek gelen o derin çağrısı, bugün sokaktaki vatandaşın feryadına dönüşmüş durumda.Basındaki haberlere bakıldığında, vatandaşın yaşamı görünenin çok ötesinde.
“Ey başkalarına ağlayan göz! Gel bir müddet otur da kendine ağla.”
Çünkü artık başkalarının değil, kendi halkımızın haline üzülme zamanı. Başımızı başka tarafa çevirerek yok saydığımız, görmezden gelmeye çalıştığımız gerçekler, cebimizde, mutfağımızda, kalbimizin ortasında duruyor.Pazarlarda sepetleri boş dönen, marketlere giremeyen, çöpten beslenen, depremden çıkalı yaklaşık iki yıl olmasına rağmen konteynerda yaşayan ve konut hakkı elinden alınan bir yaşam.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre 2025 yılı Temmuz ayı itibarıyla bireysel kredi kartı borç bakiyesi 2,28 trilyon TL’yi aştı. Harcamaların çoğu lüks değil; ekmek, süt, kira, elektrik faturası….
Halk borçla yaşıyor. Borçla nefes alıyor. Borçla günü kurtarıyor. Ama yarına dair bir umut da kuramıyor.
Borçla dönen bir hayat, yaşam umutlarını sessizce tüketiyor.
TÜRK-İŞ Konfederasyonu tarafından, çalışanların geçim koşullarını ortaya koymak ve temel ihtiyaç maddelerindeki fiyat değişikliğinin aile bütçesine yansımalarını belirlemek amacıyla her ay, düzenli olarak yapılan bu araştırmanın 2025 Temmuz ayı sonucuna göre dört kişilik bir ailenin yalnızca gıda harcaması (yani açlık sınırı) 26.413 TL. Ancak, en düşük emekli maaşı 16.881 TL. Yoksulluk sınırı ise 86.036 TL. Bu durumda milyonlarca emeklinin yaşadığı şey, sadece “geçim sıkıntısı” değil, doğrudan yoksulluktur.
Emekliye, çalışana, gençlere “sabret” demek kolay. Ama sabır taşır da bir yere kadar.İş piyasasından ve eğitim – öğretimden kopan gençlerin sayısının beş milyonu bulduğu söyleniyor.
Geniş tanımlı işsizlikteki artış, sadece işsizliği değil; eksik istihdamı ve iş aramaktan vazgeçmiş potansiyel işgücünü de kapsıyor. Bu, ekonomik güvensizlik ve sosyal koruma eksikliğinin bir göstergesi.( geniş tabanlı işsizlik %32,9 ile rekor seviyede).
Kadınlar ve gençler, işgücü piyasasında en kırılgan gruplar olarak öne çıkıyor. Kadın işsizliği ve düşük katılım oranı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sürdüğünü gösteriyor.
İstihdamdaki düşüş, üretkenliğin ve iş yaratma kapasitesinin zayıfladığını; özellikle özel sektörün yeterince genişleyemediğini düşündürüyor.
Fiili çalışma süresi de azalarak 41,5 saate düştü; bu da iş yoğunluğunda azalma veya kayıt dışı çalışmanın artışıyla ilişkili olabilme durumu yüksek. Sanayi üretimi uzun süredir art arda aylık düşüşüşünü sürdürüyor.
Halkın yüzde 65’inin harcamaları artık sadece gıda ve kiradan ibaret. O yüzden enflasyon verileri ya da büyüme tabloları halkın gerçek gündemini yansıtmıyor. Çünkü insanların hayattan beklentisi büyüme değil artık, sadece hayatta kalmak.
Bir toplumun gündemi bu kadar “asgari” olursa, umudu da “asgari” olur. Bu yüzden sokak sessiz ama içerisinde biriken yaşayamama ve temel ihtiyaçlarını giderememe öfkesi büyük.
Bütün bunları yazmak sadece bir eleştiri değil, aynı zamanda bir sorumluluk. Çünkü gerçekleri görmek ve göstermek, çözümün ilk adımıdır.
Toplumun büyük çoğunluğu borç içinde kıvranırken; mutfakta yangın varken, sadece başkalarının felaketine ağlamak kolay. Ama artık kendimize ağlamalı, sonra da o gözyaşından cesaret üretmeliyiz.
Ey başkalarına ağlayan göz…
Şimdi kendi halkına bak.
Çünkü bu sefer ağlamamız gereken yer dışarısı değil, tam olarak kendi içimiz.