Server Tanilli’nin, Yaratıcı Aklın Sentezi kitabında sorduğu o unutulmaz sorusu, bugün Türkiye’nin halini anlatmak için belki de en uygun cümle, “İzlenen politikalar doğruysa, alınan sonuçlar niçin bu kadar tartışmalı?” . Yıllardır güvenli ve müreffeh yarınların yolunda yürüdüğümüz söyleniyor, ama varılan yerin taşları bir türlü düz durmuyor. Yol doğruysa, toplumda bu kadar yorgun, bu kadar kırgın, bu kadar çaresiz insan nasıl birikti?
İktidar, yıllardır siyaseti “geçmiş kötü –bugün iyi” üzerine kuruyor. Her sorun için, geçmişteki kendince karanlık gördüğü bir dönemin hayaletleri çağrılıyor. Kendilerinden önce ülkede hiçbir şeyin olmadığı, hatta bir toplu iğnenin bile bulunmadığını söylüyor.
Ama işin ilginci şu, aynı iktidar bugün kendisini bile eleştiren bir dile bürünmüş durumda. Sanki yirmi üç yıldır ülkeyi kendisi yönetmiyormuş gibi. Çözüm üretemediği, hatta izlediği siyasetten kaynaklanan sorunlar açık ve aleni görünür olduğunda, ortaya çıkan tabloyu dışarıdan izleyen bir muhalefet partisi üslubuyla konuşuyor.
Vatandaşın kafası da doğal olarak karışıyor. İnsan soruyor; “Madem bu kadar şeyi siz yaptınız, o zaman bu kötü sonuçlardan kimi sorumlu tutuyorsunuz?” Tabi ki bu da hazır ülke içerisinde bir sorumlu bulunamıyor ise dış güçler. Bu özenesi belli olmayan güçler, yel değirmeni ile savaşan Donkişot gibi. Ama güçler hiç belli değil.
Bugün toplumun büyük çoğunluğunun yaşadığı sıkıntılar, artık tek tek hanelerin değil, bir ülkenin ortak hikâyesi haline geldi. İş âleminden, toplumun her kesimine. Konkordato ilan eden şirket sayısı on ayda 1910 olmuş. Sadece Ekim ayında 219 şirket Konkordato ilan etmiş. Konkordato ilan edip, 2024 yılında iflas eden şirket sayısı 96 iken, 2025 yılın sadece on ayında bu sayı 196 şirkete ulaşmış.
Emekliler, aldıkları maaşla ay sonunu değil, haftayı bile zor çıkarıyor. Türk-İş’in açıkladığı açlık ve yoksulluk rakamlarını gören herkes, bir emeklinin gerçekte neyle mücadele ettiğini biliyor. Bu insanlar ömür boyu çalıştı, üretti, alın teri döktü, fakat bugün market reyonlarının önünde fiyat etiketlerini sessizce izlemekten başka çare bulamıyor.
Kadınlar ise çifte baskı altında yaşamlarını sürdürüyorlar. Nüfusun yarısını oluşturan kadınlar istihdamın üçte birine bile ulaşamıyor. Evde çocuklarını nasıl yetiştireceği ve ev ekonomisini nasıl yürüteceği baskısı altında hayatta kendilerini çifte ezilmiş hissediyorlar.
Gençlere bakıyorsunuz, üniversite mezunlarının önemli bir bölümü işsiz. Bir gencin diploması artık umut değil, çoğu zaman hayal kırıklığını simgeliyor. İş bulamayan genç, ailesine yük olmak istemiyor, ama ülke ona bir kapı aralamıyor. “Ne okulda ne işte” kalan gençler ise belki de en kırılgan grup. Hayatın başında, ellerinde olmayan sebepler yüzünden hayata tutunacak dal bulamıyorlar.
Bir de “MESAM projesi” adı altında stajyer diye sisteme sokulan yüz binlerce çocuk ve genç var. Kâğıt üzerinde eğitim gibi görünen bu uygulama, gerçekte ucuz işgücü olarak çalıştırmanın yeni bir biçimi. Yani bir nesil daha büyümeden çalışma hayatına itiliyor, geleceği elinden alınıyor.
Çalışan kesime bakınca zaten tablo başlı başına bir çığlık. Ortalama ücretin asgari ücrete kadar düşmesi, bu ülkede orta sınıf diye bir şeyin kalmadığını gösteriyor. Alın teriyle çalışan milyonların emeği, geçim sıkıntısının karanlığına sıkışmış durumda. Her gün daha fazla insan, aldığı ücretle ayakta kalmaya çalışırken yoksulluğun duvarlarına çarpıyor.
Bu kadar sorun varken iktidarın hâlâ kendi dönemini eleştiriyormuş gibi konuşması, siyasetin doğasına aykırı bir muamma yaratıyor. Böyle olunca da hesap verebilirlik ortadan kalkıyor, gerçekleri söylemek isteyenlerin sesi kısılıyor, toplumun ne olup bittiğini anlaması zorlaşıyor.
Oysa Tanilli yıllar önce uyarmıştı, “Bir ülke düşünün ki, yirmi yılı aşkın süredir enflasyon artıyor, borç artıyor, uçurumlar büyüyor, işsizlik kalıcılaşıyor…” O ülkenin artık neyi konuşması gerekir? Gerçekleri !!!...
Bugün ihtiyacımız olan şey, eskiyi kötüleyerek bugünü aklama çabası değil. Teknolojinin geldiği düzey, toplumların artık çok başka şeyleri konuştuğu bir dünyaya gidiyor. Robotların yaygın kullanılması artık insanların beyinleriyle yapabildikleri işleri de yapabilir hale gelmesi yeni bir toplum tahayyülünün geldiğini ve bunu kaçırmamak gerektiğini bize söylemekte.
Bu durum bize yeni gelen şeyin farkına varmak gerektiğini, yapılanlarla övünmek kadar, yol açılan sonuçlarla yüzleşmenin cesaret istediği, ilerlemenin kaçınılmaz bir yoludur. Emeklinin halini, gencin umutsuzluğunu, çalışanın yoksulluğunu, kadının çaresizliğini görmek ve bu insanlara düştükleri haller için bir sorumluluk almak gerekir.
Gerçek başarı, ancak insanların yüzü güldüğünde anlam kazanır. Bir emeklinin pazardan eli dolu dönebildiği, bir gencin iyi bir işe umutla başlayabildiği, bir çalışanın emeğiyle geçinebildiği bir Türkiye hayal değil. Bu ülke bunu hak ediyor.
Ve bu hayal, ancak söylenen sözün değil, gerçeklerin konuşulduğu bir siyasetle mümkün olabilir.