Sevgili okurlarım, Hepinize huzurlu, umut dolu bir hafta sonu diliyorum. Yine bir üniversite sınavının arifesindeyiz... Ancak bu yıl, içimizi burkan bir tabloyla karşı karşıyayız. Geçtiğimiz yıla göre tam 500.000 genç, bu sınava başvuru yapmamış durumda.
Peki neden?
Sebebi ne yazık ki hepimizin yüreğini sızlatan, gün geçtikçe daha da derinleşen ekonomik sorunlar...
Barınacak yurt sayısı yetersiz. Mecburen tutulan evlerin kiraları fahiş. Ulaşım deseniz cep yakıyor. Bir öğün yemek bile lüks haline gelmiş durumda.
Ve tüm bu yük, omuzlarına daha üniversiteye adım atmadan iş bulma zorunluluğu olarak biniyor gençlerimizin. Maddi zorluklar nedeniyle ailelerin gönderdiği para yetmiyor; çocuklarımız hem geçinmeye, hem de okumaya çalışıyor...
Oysa biz evlatlarımızı hayalleri için, gelecekleri için, bir meslek sahibi olmaları için gönderiyoruz üniversiteye.
Ama gerçek şu ki, üniversite gençliği artık ne tam anlamıyla okuyabiliyor ne de çocukluğunu, gençliğini yaşayabiliyor.
Biz çocuklarımızı okumaları için mi gönderiyoruz üniversiteye,
yoksa birer işçi gibi çalışıp, arta kalan zamanlarında ders çalışmaları için mi?
Evet maalesef ki yıl 2025. Üniversite sınavına başvuran aday sayısı son yılların en düşük seviyesinde. Oysa yıllardır bu sınav, gençlerin kaderini belirleyen en önemli dönemeçlerden biri olarak görülüyordu. Şimdi ise hem başvurular azalıyor hem de sistemin kendisi sorgulanıyor. Peki, ne oldu? Ve daha önemlisi, ne olmalı?
Üniversite sınavı… 2,5 saatlik bir test. 18 yıllık bir hayatın, binlerce saatlik eğitimin, uykusuz gecelerin, bastırılan hayallerin tek bir oturumda ölçülmesi. Aslında hepimiz biliyoruz ki bu sistem bir süredir alarm veriyor. Ama artık gençler de, aileler de, öğretmenler de bu soruyu yüksek sesle sormaya başladı: “Gerçekten her şey bu sınava mı bağlı?”
Aslında mesele sadece sınav değil. Mesele, o sınavın yüklediği anlam. Türkiye’de uzun yıllardır üniversite sınavı bir sıçrama tahtası olarak görülüyor. Ailelerin “kurtuluş yolu”, öğrencilerin “hayatının dönüm noktası”, eğitim sisteminin “ölçüm cihazı.” Bu kadar baskının olduğu bir sistemin, gençler üzerinde yarattığı stres, kaygı ve tükenmişlik hali ise artık gizlenemiyor.
Oysa dünya değişiyor. Bugün artık pek çok gelişmiş ülkede üniversite sınavları tek belirleyici olmaktan çıkarıldı. Öğrencilerin sosyal becerileri, yaratıcılığı, problem çözme yetenekleri ve projeleri göz önünde bulunduruluyor. Elbette ölçme ve değerlendirme önemli, ama bir insanın potansiyeli, birkaç çoktan seçmeli soruyla ne kadar anlaşılabilir ki?
Başvuruların azalmasının ardında birçok neden var. Gençler, artık üniversite diplomasının tek başına iş garantisi olmadığını biliyor. Mezuniyet sonrası işsizliğin giderek arttığı, üniversite eğitimine rağmen vasıfsız işlerde çalışmak zorunda kalan binlerce genç örneği göz önünde. Ayrıca dijital dünyanın sunduğu yeni meslek alanları, freelance çalışma imkânları, kişisel girişimciliği daha cazip hale getiriyor. Birçok genç, kendi yolunu çizmek istiyor. Sınav sisteminin dayattığı “tek rota” artık cazibesini kaybediyor.
Bir başka neden de eğitim sistemine duyulan güvenin sarsılması. Üniversiteye gitmenin tek başına yeterli olmadığı, eğitim kalitesinin birçok yerde düşük olduğu, bazı bölümlerin mezunlarına istihdam sağlayamadığı bir ortamda gençler haklı olarak şu soruyu soruyor: “Bu kadar strese, zamana ve emeğe değer mi?”
Peki çözüm ne olmalı ki bu sistem değişsin!!!!
Öncelikle eğitim sistemimizde bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç var. Sadece sınavlara odaklı değil, bireyin yeteneklerini ve ilgi alanlarını keşfetmesine imkân tanıyan, daha özgür ve yaratıcı bir eğitim anlayışı benimsenmeli. Üniversiteye girişte çoklu değerlendirme yöntemleri geliştirilmeli: Öğrencilerin proje dosyaları, sosyal sorumluluk çalışmaları, bireysel gelişim süreçleri, mülakatlar gibi unsurlar dikkate alınmalı.
Sınav varsa, elbette adil ve şeffaf olmalı. Ancak sınav her şey olmamalı.
Ayrıca meslek liselerinin kalitesi artırılmalı, alternatif kariyer yolları cazip hale getirilmeli. Herkesin mutlaka üniversiteye gitmesi gerektiği fikri, ne gerçekçi ne de sürdürülebilir. Gençlerin yeteneklerine göre yönlendirilmesi, onlara gerçek yaşam becerilerinin kazandırılması gerekiyor.
Son olarak, gençlere daha fazla güvenilmeli. Onların hayalleri, dünyayı değiştirme arzuları, sistemin kalıplarına sığmayacak kadar büyük. Belki de artık sistemin, gençlere uyum sağlamasının zamanı geldi.
Sınavlar, sadece bir araçtır. Hayatın kendisi, uzun ve çok yönlü bir yolculuktur. Gençlerimizin bu yolculukta özgürce yürüyebilmeleri için, onları iki saatlik bir teste mahkûm etmemeliyiz.