2021 yılının sonlarına doğru sadece Türkiye’deki değil, Dünya’daki tüm annelere, her zaman ve her yerde birlikte olmalarını öneren bir kitap yazdım. Ücretsiz dağıtılan bu kitabın İngilizce dilinde basımını henüz başarabilmiş değilim. Çevirisi de yapılamadı.
2021 yılının sonlarına doğru sadece Türkiye’deki değil, Dünya’daki tüm annelere, her zaman ve her yerde birlikte olmalarını öneren bir kitap yazdım. Ücretsiz dağıtılan bu kitabın İngilizce dilinde basımını henüz başarabilmiş değilim. Çevirisi de yapılamadı.
Kitabın üst başlığında “Uluslararası Sözleşmelerin Aydınlığında Dünyadaki Annelere Tarihin En Uzun Mektubu” yazıyor. 368 sayfalık kitabın sayfa düzeni gerçekten bir mektup gibi tasarlandı. 15 bölümden oluşan kitabın bölümleri ve başlıkları arasında hiç boşluk yok. Bir gazeteci ve yazar olarak, yapılan önerilere ve yapıcı eleştirilere karşın, kitabın, yıllar önceki deyimi ile mizanpajı (sayfa düzeni) ile ilgili verdiğim karardan dolayı asla pişman değilim. Sayfa düzeni, okuru okumaya, incelemeye veya kaynak taramaya özendirmiyor olabilir.
Ancak, yukarıda dile getirdiğim üst başlık, şöyle bir ana başlıkla güçlendirildi. “ANNELER VE GÖZYAŞLARI”.
Bir de alt başlık var. Annelere şöyle sesleniyorum.
“Sevgi, Saygı, Hoşgörü, Dostluk ve Barış İçin Her Zaman ve Her Yerde Birlikte Olmalısınız.”
İç kapakta ise bu başlıkların yanında birde 4. alt başlık yer alıyor. “İnsana, Hayvana ve Çevreye Yönelik Şiddete, Acılara ve Gözyaşlarına Sizler Son Verebilirsiniz.”
Bu başlıkların, kitabın okumasına ve incelenmesine, sayfa düzeninden daha çok etkili olmasını diliyorum ve bekliyorum.
Bu kitap, annelere tarihin en uzun mektubu olarak yazılsa da, aslında sessiz bir çığlık. Bu sessiz çığlığı önce Türkiye’deki annelere duyurmaya çalışıyorum. Umarım bu çığlığı duyurabilir, tarihin böylesine ilk kez yazılmış en uzun mektubunu Dünyadaki tüm annelere ulaştırabilirim. Tümüne olmasa da birçok kahraman anneye. Umarım, inanç ve siyasal görüş farklılıkları temel alınmadan, bu iki değer doğal zenginlik sayılır, Türkiye veya diğer ülkelerdeki anneler önderlik yapar, şiddetin her türlüsüne son verilir, kan ve gözyaşının akması durdurulur.
Sonsöz Gazetesinde bugün yayınlanan bu yazım da çok anlamlı. Umarım çok da etkili olur. Yazının, açık mektup olduğu kesin. Sessiz, sakin, çok iyi hedefli, niyetli bir çığlık. Ülkem için, Dünya için, su için, hava için, toprak için, tüm canlılar için, insan, hayvan, doğa, çevre için. Dünyanın ve uzayın, canlı cansız herkese ve her şeye yönelik cennet olması için.
Sessiz Çığlık başlıklı açık mektup Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığına, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına, Milli Eğitim Bakanlığına, Milli Savunma Bakanlığına, İçişleri Bakanlığına, Adalet Bakanlığına, Tarım ve Orman Bakanlığına, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına, Kültür ve Turizm Bakanlığına ve Dışişleri Bakanlığına yazıldı. 9 Bakanlık dışında kalan diğer bakanlıkların bu mektupta yeri var mı? Elbette var. Değineceğim, önereceğim konulara ilgili ve duyarlı olan her Bakanlık bu mektubun hedef kitlesidir. Hatta, Anayasada yer alan kamu kurum ve kuruluşlarına da sesleniyor bu açık mektup.
“Türkiye evimiz, üstünde yaşayanlar ailemiz, farklılıklar doğal zenginliğimiz” anlayışı ile tüm kamu kurum ve kuruluşları yanında, Anayasal kuruluşları, üniversiteleri, demokratik kitle örgütlerini (STK), sendika, oda ve baro gibi meslek örgütlerini, dahası tüm yurttaşları de etkilemelidir bu açık mektup ve sessiz çığlık. Dahası da var. Bu açık mektup, ülkemdeki büyükelçilikleri ve uluslararası örgütleri de ilgilendirmeli ve etkilemelidir. Çünkü, insanlığın en büyük ve en çok utanacağı sorunu olan şiddet konusunda yazılıyor ve haykırılıyor bu sessiz çığlıkla.
İnsan eliyle yaratılan çevre kirliliği, doğaya, çevreye, insana ve hayvana yönelik şiddet, Cumhurbaşkanlığını ve isimleri yazılı 9 Bakanlığı elbette daha çok ilgilendiriyor. Türkiye Küllük ve çöplük olmak yolunda hızla ilerliyor. Sokaklar, bahçeler, parklar, spor, kültür ve sanat alanları, dereler, ırmaklar, göller, kıyılar, sahiller, kumsallar, plajlar, izmarit ve çöp mezarlığı. Uyaran, bilgilendiren, cezalandıran yok gibi.
Cumhurbaşkanlığının veya ilgili bakanlıkların önderliğinde Türkiye çöplük ve küllük olmaktan kurtarılmalıdır.
Aileden anaokuluna, anaokulundan her kademedeki eğitim-öğretim kurumlarına kadar, insana, hayvana, doğaya yönelik şiddetin önlenmesi konuları işlenmelidir. İnsanlar, şiddetin her türlüsüne karşı, sevgi, şefkat, hoşgörü, saygı, dostluk duyguları ile beslenerek güçlendirilmelidir.
Kadına, çocuğa, engelli diye tanımlanan farklı insanlara yönelik şiddettin önlenmesi konusunda farklı yöntemler geliştirilmelidir. Kadınların, çocukların kendilerini kollamaları ve korumaları konusundaki bilgileri artırılmalıdır. İnsana, hayvana ve çevreye yönelik tüm uluslararası sözleşmeler, Cumhurbaşkanlığımızın veya isimlerini açıkça yazdığımız Bakanlıkların işbirliğinde uygulanmalıdır.
TBMM’de, açık veya kapalı alanlarda siyasal partilerin temsilcileri şiddet dilini kullanmaktan vazgeçmelidir. Siyasal partiler arasında, şiddete karşı ortak bir metin hazırlanmalı, imzalanmalı ve uygulanmalıdır. Bu konuda toplumun katılımı ve desteği sağlanmalıdır.
Dağlar silahlı şiddet örgütlerinin değil, sporcuların ve gezgincilerin özgürce ulaşabileceği yerler olmalıdır.
Bireysel silahlanmanın önüne geçilmeli, silah veya silah sayılan kesici aletler görev yerleri dışında taşınmamalıdır. Aykırı hareket edenlere ağır para ve hapsi cezaları verilmelidir.
Ağır silah üretimine son verilmelidir. Silah kaçakçılığı önlenmelidir.
Şiddet suçlarında cezalar artırılmalı, af veya ceza indirimi yoluna gidilmemelidir.
Uzaklaştırma kararlarının uygulanmasında veya zanlıların takibi konularında, güvenlik güçlerinin hızlı hareket edebilmesi ve suçu önleyebilmesi için ivedilikle yeni yöntemler geliştirilmelidir.
Toplanma, ifade ve şiddetsiz tepki özgürlüğünü kullanan veya kullanmak isteyenlere karşı polis, jandarma, bekçi veya yargı gücü değil, iletişim, ikna ve uzlaşı gücü kullanılmalıdır.
Hayvanların denizlerden, okyanuslardan alınarak başka ülkelere satılması, hayvanat bahçelerine ve akvaryumlara hapsedilmesi sonlandırılmalıdır.
Tarım alanları yapılaşmaya açılmamalıdır. Ormanlar yanmamalıdır. Yandığı veya yakıldığı takdirde, hızla ağaçlandırılmalı, otel veya başka yapılaşmalara izin verilmemelidir.
Sessiz Çığlık yazısında çok şeyler söylenebilir, önerilebilir. Dost Dili köşesinin yazarı tek kişidir. Çok şeyler yazabilir, ancak tüm şeyleri düşünemez ve elbette yazamaz.
O halde…
Cumhurbaşkanlığımıza ve Bakanlıklarımıza önerimi yapıyorum.
Elbette şiddetin sonlanması için bu ülkede yapılanlar da var, şiddetin yaygınlaşması için çalışanlar da.
Çok ivedi olarak, siyasal partileri, kamu kurum ve kuruluşlarını, yerel yönetimleri, demokratik kitle örgütlerini, sendikaları, odaları ve baroları kapsayacak birliktelik içinde şiddete karşı, sevgi, dostluk ve barış toplumu için ulusal düzeyde seferberlik başlatılmalıdır.
Önce Ankara’da Kurultay düzenlenmelidir. Kurultay, daha sonra illere taşınmalıdır. Kurultay tekrar Ankara’da toplanmalıdır. Sürdürülebilir, yakın, orta ve uzun vadeli hedefler belirlenmelidir. Bu hareket, uluslararası kuruluşların da desteği alınarak uluslararası alanlarda yaygınlaştırılmalıdır. Uluslararası işbirliği ile silahlı şiddet örgütlerine silah bıraktırılmalıdır.
Bu süreç, kampanyalarla desteklenmelidir. Bu süreçte kesinlikle inanıyorum ki, Türkiye insanı Dünyaya örnek olabilecek önerileri üretecek ve uygulamalara katkı ve destek verecektir, .
Sonuçta da, kimsenin kimseden korkmadığı, herkesin, herkes için güvence olduğu, kimsenin öldürmediği ve öldürülmediği Türkiye mutlaka başarılacaktır.
Cumhurbaşkanlığımızdan ve Bakanlıklarımızdan böyle bir sürece önderlik etmelerini bekliyoruz.
Sessiz Çığlığımızda umut var, inanç var, güven var. Bugün veya yarın umudu, inancı ve güveni boşa çıkarmayacaklar mutlaka çıkacaktır.
Bugünkülere sesleniyorum, sakin ve sessiz bir çığlık atarak…
Haydi, her yerde, her zaman, öncelikle şimdi birlikte!