Toplumun her kesimi ekonomik gidişattan şikâyetçi olur bir durumda. Memnun olan hemen hemen hiçbir toplumsal kesim kalmadı gibi. Enflasyonla yoksullaşan emeğiyle geçinen kesim, yükselen fiyat hareketlerine yetişemez oldu. Yönetenlerin“nitelikli iş gücünün yoksullaşması” kavramını Türkiye ekonomi literatürüne sokan, Orta sınıf olarak ifade edilen, doktorlar, öğretmenler, mühendisler, avukatlar, mali müşavirler yoksullaşmayla karşı karşıya.
Toplumun her kesimi ekonomik gidişattan şikâyetçi olur bir durumda. Memnun olan hemen hemen hiçbir toplumsal kesim kalmadı gibi. Enflasyonla yoksullaşan emeğiyle geçinen kesim, yükselen fiyat hareketlerine yetişemez oldu. Yönetenlerin“nitelikli iş gücünün yoksullaşması” kavramını Türkiye ekonomi literatürüne sokan, Orta sınıf olarak ifade edilen, doktorlar, öğretmenler, mühendisler, avukatlar, mali müşavirler yoksullaşmayla karşı karşıya.
Geçen günlerde T.C.Merkez Bankası Başkanı, İstanbul Sanayi Odasını ziyareti sırasında, Sanayi Odası Başkanı ile yaşadığı tartışma, hiçbir kesimde işlerin iyi gitmediğini adeta gözler önüne serdi. Dolarizasyona gitmesin diye hükümet tarafından uygulamaya konulan KKM (Kur Korumalı Mevduat) sistemi tam da istenilen sonuçlar ortaya çıkarmamış gibi gözüküyor.
Bu tartışmadan anlaşılan hükümetin büyüme politikalarını desteklemek için ortaya koymuş olduğu Banka Kredi politikaları nedeniyle, borçlanarak dolar alındığı tartışmasını bilinir hale getirmiş oldu. Tabi burada olmaması gereken başka bir durumda ortaya çıktı. TCMB ‘nın asıl işinin ülkedeki fiyat istikrarını ve enflasyonun kontrol edilmesini sağlamak olması gerekirken, Bankacılık ve Denetleme Kurumunun kontrol etmesi gereken bir konuyu doğrudan takip eder hale gelmesidir. Kurumların amaç ve araçları da bir birine karışır bir hal aldı.
İşletmelerin Türk Parası kredisi çekerek döviz ya da stok alması kadar doğal hiçbir şey yok. Eğer hükümet edenler fiyat genel seviyesinin yükselişini( enflasyonu) kontrol altında tutamazlar ise, işletmeler sermayelerini korumak, işlerin devamlılığını sağlamak için koruyucu önlemler almak zorunda kalmaktadırlar. İşlerinin devam etmesi için ya stoklarını artıracaklar ya da paralarının değerini koruyan yabancı bir para bu da “döviz” alacaklar.
TCMB’sı politika faizini %14 de sabit tutarak fonlama yapmaktadır. Bankalar ise bunun üzerine kendi karlarını ve masraflarını da ilave ederek piyasaya kredi vermektedirler. Yine son zamanlarda, işverenler krediye ulaşamadıklarını yüksek sesle söylemektedirler. TOBB başkanı, birkaç gündür üst üste hükümete banka kredilerine işverenlerin ulaşamadığını tekrar ederek söylemekte.
Kredi hacminde, finansal kriz öncesi yaşanan hızlı artışların krizlerin ortak özelliklerinden olduğu bilinmektedir. Ekonomilerin daralması dönemlerinde ise batık kredi oranlarında artışlar yaşanmasına ve kredi kanallarının tıkanmasına neden olmaktadırlar. Bankalar, ülkenin geldiği bu dönemde ya yüksek oranlarla kredi vermekte ya da kredi kanallarını keserek, sermayeleri ve likideleri azalan bankalar, bozulan bilançolarını korumak için nakitte geçmeyi tercih etmektedirler. Bankaların bu dönemde, bir önceki döneme nazaran, karlarındaki yüksek artışları da hatırlamadan geçmemek lazım.
Kriz dönemlerinde, krediye ulaşamayan işletmelerin ekonomik büyüme kapasiteleri doğrudan etkilenmektedir. Borçlanarak yürütülen iktisadi faaliyetlerin sürekliliğinin sağlanmasında, yeniden finanse etme durumları doğrudan etkilemektedir. Mevcut durumlarını sürdürmek için kredilerini yenileyemeyen işletmeler temerrüt durumu ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Sermaye yetersizliği nedeniyle, yatırım yapmış veya sabit varlık edinmiş işlemler, uzun vadeli varlıklarını kısa vadeli borçlarla finanse etmektedirler. Nakit yaratmadaki bu uyumsuzluk işletmeleri krize sokmaktadır. Vade uyumsuzluğunu yaşayan finansal kurumlarda(bankalarda) kredilerin kapanmasına neden olmaktadır. Kredi piyasasının kapanması kurumların yaşadığı iflasların en önemli nedenleridir.
İşletmeler için finansal kriz ve enflasyonun işletmenin öz sermayesini tüketmesi, işletmelerin batmasına neden olmaktadır. Bunun en acı tarafı da emeğiyle çalışan işçilerin işsiz kalmalarına neden olmasıdır. Düşürülemeyen işsizlik sayısını daha da artıracak olmasıdır.
Yoksulluk sadece işsizleri vurmamaktadır. Bir de çalışırken elde ettikleri ücretlerin, temel ihtiyaçlarını karşılamayan kesimleri etkilemesidir. TÜRK-İŞ’ in her ay açıklamış olduğu açlık ve yoksulluk sınırı verileri göstermektedir ki, asgari ücretle çalışan ve artık büyük ölçüde çalışanlar için ortalama ücret olarak kabul gören ve bu seviyede ücret alanlar açlık sınırında yaşamaktadırlar. Sermaye kesiminin bile, son yıllarda ülkenin elde etmiş olduğu, GSMH(belirli bir zaman aralığında üretilen tüm nihai ürünlerin, piyasa değerindeki ekonomik ölçüsüdür.) elde ettiği yüksek gelir seviyesine rağmen ( Pandeminin başladığı 2020 yılının ilk çeyreği ve 2022’nin ilk çeyreği arasında, emeğin payı %39,1’den %31,5’e gerilerken, sermayenin payı ise payı %41,7’den 47,6’ya çıktı. Nezih Onur Kuru-https://www.politikyol.com/turkiye-buyurken-calisana-dusen-pay-kuculuyor/)), gelinen noktada birçok işletme sermaye yetersizliğinden ve enflasyondan kaynaklanan, kurmaca kar ve vergiler nedeniyle Türk Ticaret Kanun’unda belirtilen teknik iflasla karşı karşıya kalacaklardır.
İşçiler aldıkları ücretlerle geçinemiyorlar, orta sınıf gittikçe yoksullaşıyor( nitelikli işgücü yoksullaşması) ve gelecek endişesine, kaygısına kapılıyor. Sermaye yeterli kaynağa ulaşamadığı için çarkını çeviremiyor. Toplumun hiç bir kesimi yaşadığı hayatından ve gidişattan memnun değil. Yüksek sesle içinden gelini söylemeye, hatta söylediği şeylerin volümünü hükümete, bakanlara karşı artırmaktadırlar.
Toplumun her kesimi umutsuz, mutsuz, yaşamlarından şikâyet eder ve kendi başına bir çare arar hale geldi ise, burada yönetenlerin durup bir düşünmesi lazım.
Muhalefet genel başkanının söylediği şey doğrumu acaba; ülkede bir yönetememe krizi mi var?