Bireysel ya da toplumsal yaşamda “öteki” olmak, nadiren hoş bir şey olsa da çoğu zaman berbat bir durum ve duygudur. “Öteki” olmak ya da olmamak genellikle insanın kendi elindedeğildir. “Ötekini” oluşturan öteki olmayandır.

Nedir “öteki”?

“Öteki”, en kısa tanımıyla, belirli bir zamanda ve sınırları belirlenmiş bir alanda, o alanın egemenlerinin dışında kalanlardır. “Öteki” hem bir durum hem de o durumun yarattığı duygudur.

“Öteki”, önceden konulmuş kurallarla oluşturulabileceği gibi, kendiliğinden de oluşabilir. Alışageldiği yaşam alanının dışına çıkan kişi de kendisini “öteki” olarak algılayabilir.

Birey olarak “öteki” olunabileceği gibi grup, topluluk, kavim, ulus, devlet olarak da öteki olunabilir.

“Öteki” olgusunun, bir özelliği de barışı bozan başlıca nedenlerden birisi olmasıdır.

***

Osmanlı’dan bu yana Türkiye’de devlete egemen olanların niteliğine göre, aleviler, şeriatçılar, komünistler, Ermeniler, Kürtler vb. çeşitli kesimler “öteki” olarak konumlanmışlardır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan Kürt aşiretlerinin birçok isyanından ve özellikle 1938 Dersim olaylarından sonra Kürtler, 1980 yılına değin devleti yöneten bütün hükümetler için “öteki” olmuştu.

12 Eylül 1980 darbesi sonrasında kurulan yeni düzenin egemenleri, akla zarar benzetmelerle;adlarını, dillerini, kültürlerini yok saydıkları Kürtlerin, “öteki” olmanın da ötesinde, varlığınıbile inkâr ediyordu.

Kürt Siyasi Hareketi, 1990’ların başında, ilerici, demokrat, aydın çevrelerde “Kürt sorunu” olarak tanımlanan bu koşullarda doğdu.

“Öteki” yerine konulanın ya da kendisini böyle hissedenin o durumdan kurtulmasının tek yolu, onu öyle konumlandıranların niyetini derinliğine anlayarak teşhir etmek; varlığını ve topluluğun ana bileşenlerinden olduğunu “öteki” görenlere kabul ettirmektir. Bu, aynı zamanda demokrasi mücadelesinin bir parçasıdır.

Kürt Siyasi Hareketi işte bu amaçla 1990 yılında, kısa adı HEP olan Halkın Emek Partisi’ni kurdu. Böylece Kürt siyasetini esas alan partilerin kapatılması, yerlerine yenisinin kurulması süreci başladı. Kısa adlarıyla, ÖZEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP, ÖTP, DTP, BDP, HDP ve DEM 35 yıllık bu süreçte böyle kuruldu.

Görüleceği gibi, devleti yönetenler, “öteki” olarak gördükleri Kürtlerin demokratik çabalarına bile katlanamadılar, kurdukları partiler ardı ardına kapatılırken, pek çok Kürt siyasetçi hapishanelere gönderildi. Günümüzde de olduğu gibi, seçim kazanarak belediye başkanı olanların birçoğu görevden alındı, yerlerine valiler, kaymakamlar görevlendirildi.

Bütün parti kapatmalarının, tutuklamaların, yargılamaların tek gerekçesi, suçlananların PKK ile ilişkide olmalarıydı.

PKK, 1970’li yılların dünyasındaki pek çok bölgede Sovyetler Birliği desteğinde sürdürülen bağımsızlık mücadelelerine özenerek Abdullah Öcalan’ın liderliğindeki 20 kadar Kürt genci tarafından 1978’de kurulmuştu.

Kendisini Marksist Leninist olarak tanıtan PKK’nin ne siyasetinin ne eylemlerininMarksizm’le ya da Leninizm’le ilgisi vardı. Gerçekte, siyasetinde ve eylemlerinde şiddeti esas alan milliyetçi bir örgüttü. Güneydoğu Anadolu’da sürüp giden feodal düzenin egemenleri, toprak ağalarının acımasız sömürüsü umurunda bile değildi. Hedefinde, devlet memurları, öğretmenler, kamu yatırımlarında çalışan mühendisler, devrimciler, sosyalistler vardı. Ayrıca Kürt de olsalar, bölgede Türkiye ile ilgili herkes PKK için düşmandı. PKK, onları öldürmeyi “ulusal kurtuluş mücadelesi” olarak görüyordu.

Bu hastalıklı yapısına karşın, çağrı metninde Öcalan’ın da belirttiği gibi, devleti yönetenlerce demokratik siyaset kanallarının kapatılmış olması, PKK’nin; güç ve taban bulmasını sağlıyordu.

***

Bütün bunlar yaşanırken, devleti yönetenleri yürekten destekleyen, Kürtleri ve Kürt siyasetiniesas alan partileri ötekileştirenlerin başında gelen ve o partilerden seçilmiş milletvekillerininTBMM’de bulunmasını bile içine sindiremeyen MHP Başkanı Devlet Bahçeli -ne olduysa- bir anda tavır değiştirdi ve 1 Ekim 2024 günü herkesi şaşırtan bir davranışla, DEM milletvekilleriyle el sıkıştı. Hiçbir haber değeri olmayan her uygar insanın bu olağan davranışı, Bahçeli ile DEM milletvekilleri arasında gözlenince önemli bir haber oldu ve üzerinde günlerce çeşitli yorumlar yapıldı.

O anın fotoğrafını gördüğümde; “bunda bir iş var. Bakalım sonrasında Bahçeli’den nasıl bir sürpriz gelecek” diye düşünmüştüm. Nitekim üç hafta sonra 22 Ekim 2024 günü, Kürt Siyasi Hareketi’nin “önder Apo” diye adlandırdığı Abdullah Öcalan’ın “TBMM’ye gelip PKK’yi feshettiğini açıklamasını” isteyerek beklediğim sürpriz bombasını patlattı.

D. Bahçeli böylece, hem on yıllardır “bebek katili, cani terörist” diye tanımladığı Öcalan’ın “önderliğini” kabullenmiş hem de onu muhatap almış oluyordu.

Devlet Bahçeli’nin bu tür “ilginç ve şaşırtıcı” ama ciddi sonuçları olan tavır değişikliği ve sürpriz çıkışı ilk değildi. 2002 yılında da Ecevit’in koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısıyken, o günlerdeki bir seçimde partisinin baraja takılarak TBMM dışında kalacağını bile bile erken seçim çağrısı yapmış; partililerinin, “bizim başkan harakiri yaptı” diye yorumladıkları o çıkışıyla AKP’ye hükümet olma yolunu açmıştı. Yapılan 2002 seçimlerinde AKP iktidar olmuş, MHP barajı aşamayarak TBMM dışında kalmıştı.

Devlet Bahçeli bu tür çıkışlar öncesinde kimlerle görüşür, neye dayanarak ve nasıl karar verir bilemem ama son sürprizinin Suriye’de olan bitenlerle eş zamanlı oluşu dikkat çekicidir.

***

D. Bahçeli’nin sürprizi R. T. Erdoğan tarafından da olumlu karşılanınca yeni bir süreç başladıve “posta güvercini” işlevi üstlenen DEM Partililerden bir grubun 26 yıldır İmralı’da mahpus yatan Öcalan ile başta Bahçeli olmak üzere çeşitli siyasi çevreler ve Irak’taki Kürt liderlerarasında gidip gelmeleri ve yaptıkları görüşmeler sonucunda “önderleri” Öcalan PKK’ye seslenen bir çağrı metni yayınladı.

***

Barış özlemi içinde olan hemen herkes Öcalan’ın yalnızca “silah bırakma ve örgütün feshine” ilişkin çağrısına odaklanmış, sorunun bütününü ve Suriye’deki gelişmelerle bağlantısını gözden kaçırmış görünüyor.

Öcalan çağrı metninde; belki yaşlılığın, belki 26 yıldır toplum dışında tutuluyor olmasının etkisiyle, kimi eksik, kimi abartılı, kimi ülke gerçekleriyle çelişen, üstü örtülü yuvarlak ifadelerle PKK’nin kuruluşu, çalışmaları ve ömrünü tamamlamasına ilişkin değerlendirmeler yapıyor.

PKK’nin ömrünü tamamlamasını, “reel-sosyalizmin çöküşüne ve ülkede kimlik inkarının çözülüşüne, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmelere, PKK’nin anlam yoksunluğuna” bağlıyor. Mücadele yöntemi olarak şiddeti seçmesinin ve Kürt/Türk on binlerce insanın boş yere ölmesine neden olmasının örgütü nasıl tükettiğine; örgütün 40 yıldır yaptıklarının, toplumda, 80 yıldır “öteki” olarak görülen Kürtlerin durumunu nasıl daha da kötüleştirdiğine hiç değinmiyor.

Öcalan, devletten beklentilerini de üstü örtülü söylemlerle dillendiriyor. Ek olarak ilettiği notta; “silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir” diyerek nasıl bir karşılık beklediğini belirtirken, örgütüne de mesaj gönderiyor.

***

Abdullah Öcalan’ın çağrı metninin, PKK’nin Türkiye’de zaten tükendiğinin bilincinde olan ve o nedenle Suriye’deki PYD/YPG içinde kendisini yenilediğini bilen taraftarlarıncatereddütsüz benimsenmesi doğaldır.

Metindeki, “silahların bırakılması ve PKK’nin feshedilmesi” çağrısı, on yıllardır barış isteyenler yönünden kendi başına anlamlı ve değerlidir. Onların da bu çağrıdan hoşnut olmaları doğaldır.

Ancak Devlet Bahçeli’nin durup dururken ve Suriye’deki gelişmelerle eş zamanlı olarak PKK ile barış için kendini ortaya atmasının arkasında neler olduğuna ilişkin olarak kendisi inandırıcı bir açıklama yapmadıkça, gerekli sorgulamaları ihmal etmemek; olası yanıtlardanen doğrusunu bulmaya çalışmak gerekir.

***

Geçen hafta yayımlanan; “YALNIZCA İSTEMEKLE BARIŞ OLUR MU” başlıklı yazımda; “Durduk yerde, hiçbir şey yapmadan, istiyoruz diye barış gelir mi” diye sormuş ve “Barış, durduk yerde, hiçbir şey yapmadan gitmedi ki gelsin” diye yanıtlamıştım.

Yapılması gerekeni de; ”Haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin, ahlaksızlığın, baskının, sömürünün, ayrımcılığın, ötekileştirmenin, zorbalığın olmadığı bir düzen kurulacak her şeyden önce” diye açıklamış ve bu durumda barışın kendiliğinden geleceğini söylemiştim.

Bu yapılırsa Kürtler de artık “öteki” olarak görülmeyecek ve onların üzerinden barışı bozmak isteyenlerin bahaneleri olmayacaktır.

Siyasi iktidar buna hazırsa kalıcı barış için gerçekten umutlanabiliriz.

Yoksa arkasında ABD desteğiyle Suriye’deki varlığını sürdüreceği görülen ve Öcalan’ın çağrısının muhatabı olmadığını açıklayan PYD/YPG’nin, yenilenmiş PKK olarak hangi serüvenlere kalkışacağını bugünden kestirmek çok zor değildir.