İki yıl önce, “yüz yılın felaketi” adı verilen büyük bir afet yaşadık. 53.000’den çok insanımızı yitirdik. 600.000’den çok konut yok oldu. 26 yıl önce de böyle büyük bir afet yaşamıştık. Yitirilenlerin acısı çok büyük. Ölenlerin acıları hâlâ içimizde.

Siyasi iktidar, “elinden geleni yapacağını” söyleyerek, “yıkılan kentlerin ayağa kaldıracağına ve yapıların yıkılmasında sorumluluğu olanlardan hesap sorulacağına” söz verdi. Bu bağlamda, geçen iki yılda yaklaşık iki yüz bin konut üretildi, sorumlu görülenler hakkında henüz sonuçlanamayan yüzlerce dava açıldı. Siyasi iktidarın elinden bunlar gelmişti.

“Yüz yılın felaketi”, sonrasında yaşananlar ve yapılan açıklamalar bu ülke insanları için çok tanıdıktı. Erzincan, Van, Muradiye, Çaldıran, Bingöl, Lice, Burdur, Denizli, Dinar, Gediz, Fethiye, Mudurnu, Kelkit, Pasinler, Gölcük vb. depremlerinde de aynı şeyler yaşanmış, aynı açıklamalar yapılmıştı. O afetlerden sonra da siyasi iktidarlar “ellerinden geleni” yapmışlar ama asıl yapılması gerekenler; yani, yıkılan kentlerin ayağa kaldırılmasının yanı sıra gelecek depremlerde “kentlerin ayakta kalmasını” sağlayacak önlemleri almak bir türlü ellerinden gelmemişti. Günümüzde de durum pek farklı değil.

Şimdi biz onlara bakalım; doğa olaylarının nerelerde, niçin ve nasıl afete dönüştüğünü görelim.

Doğa, kendi diyalektiği içinde ürettiği olaylarla sürekli bir devinim içindedir. Deprem, yer kayması, volkan püskürmesi, dere taşkınları, yıldırım düşmesiyle çıkan yangınlar, fırtına, çığ bu olaylardan en sık görülenlerdir.

Doğanın bir parçası olan tüm hayvanlar bu olayların farkındadırlar ve olaylar başladığında, kendileri için ölümcül olabilecek etkilerinden korunmak için becerebilirlerse oradan kaçarlar.

İnsanlar ise, büyük doğa olayları karşısında, ancak yapılabilecek hiçbir şey kalmadığı ya da olmadığı durumda kaçmaya çalışırlar. Çünkü hayvanların en gelişmişi olan insan, olacağını bildiği doğa olaylarına karşı geliştirdiği çeşitli önlemlerle, karşılaşacağı olası sorunlar için çözüm üretmek ve olayın ölümcül etkilerini savuşturmak için hazırlıklı olmasını sağlayacak donanıma sahiptir.

İnsan, araştırma, bilimsel bilgi üretme, akıl yürütme ve karmaşık problemleri çözme yeteneği ile öteki hayvanlardan ayrılır.

Bu yeteneği kullanmayan insan için her büyük doğa olayı afet demektir ve hayvanlara göre daha da ölümcül yıkımlara yol açar, çünkü insanların sezgi gücü ve doğal yaşama uyum sağlama becerisi hayvanlardan çok daha düşük düzeydedir.

Su baskınlarında ölen Çinliler, Bangladeşliler, Pakistanlılar, Hintliler; tayfunlar nedeniyle ölen Meksikalılar, Amerikalılar: depremlerde ölen Çinliler, İranlılar, Türkler ve daha nice toplum için uğradıkları ölümcül yıkımlar Tanrı’nın gazabı, takdiri ya da yazgı değildir. Bu toplumlar kendilerini öteki hayvanlardan ayıran en önemli özelliklerini kullanmamanın bedelini canlarıyla ödemektedirler.

Ülkemizde yaşanan doğa olaylarının afete dönüşmesinin ardında yatan ve on yıllardır anlaşılmayan gerçek budur.

Konunun uzmanlarınca, hakkında ciddi uyarıların yer aldığı birçok yayın çıkarılmasına karşın, bunlar umursanmamakta, doğal olaylara karşı yeterli ve doğru önlemler alınmamaktadır.

Hemen her çeşit afet riski düşünülerek yapılmış yasal düzenlemeler vardır ama bunlar, doğal olayların afete dönüşmesini önlemek için yeterli değildir.

·       İnşaat sektöründe, büyük bölümü hiçbir teknik öğrenim görmemiş ve sayıları yüz binlere varan inşaat müteahhitlerinin egemenliği sürdükçe,

·       Toplumda, kamu ya da özel, inşaat faaliyetleri zengin olmanın en kolay ve kestirme yollarından birisi olarak görüldükçe,

·       Kamu ihaleleri, müteahhit adı verilen birtakım insanlara kamu kaynaklarını aktarma aracı olarak kullanıldıkça,

·       Kamu ya da özel, inşaatların proje ve uygulama denetiminden sorumlu olanlar, kusurlu/eksik işleri görmezden gelip hoş gördükçe,

·       Yüz milyarlarca liralık yatırımların denetim mühendisleri “boğaz tokluğuna” yetecek düzeyde ücretle çalıştırıldıkça,

·       Ülkedeki siyasetin başta gelen finansörleri inşaatçılar oldukça,

·       Özel inşaatların yapı denetimlerini yapan firmaların “denetim ücretini” denetlenen inşaatın sahibi ödedikçe,  

·       Merkezi ya da yerel siyasetin başlıca politik malzemelerinden birisi arazi rantı yaratarak mülk sahiplerine kazanç sağlamak ve bu kazancı üleştirmek oldukça,

·       Toplumda, günlük bireysel çıkarlar uzun erimli toplumsal yararlardan daha çok önemsendikçe,

·       İnsanların çoğunluğu, toplumun geleceğine ilişkin hemen her konuda dikkat çeken, bilimsel verilerle gerçekleri ortaya koyan, yaşanan sorunlar için çözüm yolları öneren kişi ve çevreleri umursamayıp “masal” anlatanlara kulak verdikçe,

Yapılan yasal düzenlemelerin uygulanmasındaki savsaklamaların giderilmesi ve doğal olaylara dayalı afetlerin önlenmesi mümkün değildir.

Ülkemizde bütün bunlar bilinen ama üzerinde pek durulmayan kanıksanmış gerçeklerdir. O nedenle, dünyanın başta gelen deprem ülkelerinden birisi olan Türkiye’de on yıllardır afete dönüşen her depremden sonra yalnızca “deprem muhabbeti” yapılarak zaman geçirilmektedir.

Hiçbir siyasi iktidarın “elinden ya da işine” gelmediği için, ülkemizdeki yapı üretim süreçlerindeki çarpıklıkların hiçbir zaman üzerine gidilmemiştir. Deprem zararlarından korunmak için gündeme getirilmiş olan “ kentsel dönüşüm” bile inşaatçıların çıkarlarına hizmet edecek biçimde kurgulanmış ve uygulanmaktadır.

Ülkemizdeki doğal olayların afete dönüşmesi sonucunda, son yüz yılda iki yüz bine yakın insanımız ölmüştür. Hiçbir şeyin insan yaşamından daha değerli olmadığını düşünüyor ve bundan sonra da insanlarımızı depremlerde yitirmek istemiyorsak önümüzde izlenmesi gereken bir tek yol vardır:

BİZİ HAYVANLARDAN AYIRAN TEMEL ÖZELLİĞİMİZİ KULLANIP,

·       ARAŞTIRARAK,

·       BİLİMSEL BİLGİ ÜRETEREK,

·       AKIL YÜRÜTEREK,

·       KARMAŞIK PROBLEM ÇÖZME YETENEĞİMİZİ KULLANARAK,

GEREKLİ ÖNLEMLERİ ALMAK VE ÖDÜNSÜZ UYGULAMAK.

Unutmayalım ki, büyük doğa olayları dünyanın her yerinde oluyor ama yalnızca bu yeteneğini kullanmayanların çoğunluk olduğu yerlerde afete dönüşüyor.