Masallar; “Develer tellal pireler berber iken” diye başlar ,”ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken” diye de devam eder. Bir tersyüz etme işlemidir bu…Olanın tam tersi, olmayan/olamayacak olanmış gibi kurulur… Zıtlıklarla ve tersyüz ederek yepyeni bir dünya kurulmaya çalışılır…Hani bu biraz uzaylıları tasvirimize benzer…
Masallar; “Develer tellal pireler berber iken” diye başlar ,”ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken” diye de devam eder. Bir tersyüz etme işlemidir bu…Olanın tam tersi, olmayan/olamayacak olanmış gibi kurulur… Zıtlıklarla ve tersyüz ederek yepyeni bir dünya kurulmaya çalışılır…Hani bu biraz uzaylıları tasvirimize benzer… Nedense bize benzemeyen ama illa ki insansı özellikler taşıyan tahrif edilmiş bişidir ya hep bu tasvirler… Masallar da biraz öyle…Tellal ve berber misal insansı özellikler taşır ama deve ve pirenin yapacağı iş değildir hiçbiri…Devenin bale pabucu giymesi de öyledir hani… Daha mini minicikken, kafamızda prototipler oluşmamışken kodlanır işte bu bilgi beynimize… Bu masallarla bizden öncekiler nasıl yaşamışsa biraz öyle yaşamak zorunda olduğumuz dikte edilir bize genellikle… “olağan bir yaşam aha da bu anlattıklarımın tam tersidir iyice belleyesin ve donkişotluk yapmayasın ha sonra” denir anlatılana aslında… Ve işin kötüsü bu anlatana da yapılmıştır… Belki de bu kalu beladan beri böyledir… Masal da ideolojiktir işte din gibi.. Bir ideolojinin dışavurumudur bu sürrealist çalışmalar… İktidardır masallarda esas nokta gerisi biraz çeşnidir aslında…Egemen söylem kendini her dönem böyle böyle kuragelmektedir… Öyleyse….Pire için yorgan değil devrim uğruna araba yakanların masalına birlikte kulak verelim…Marshall yardımları, çocuk mamalarıyla yemlenen 68 kuşağı nankörlük etti! ve Amerikan emperyalizminin ülkenin başına çorap öreceğinin ayırdına vardı. Bir avuç genç insan ikinci Kurtuluş Savaşını verdiler. Canları pahasına kazanımları toplumun en az yarısını bilinçlendirmek, farkındalık yaratmak oldu. Foyası meydana çıkan sözümona dost ve müttefik Amerika Vietnam benzeri bir yenilgi aldı Türkiye’de… 68 kere maşallah diyelim ve bir kez daha anımsayarak onların hikâyesini özümseyelim.
https://sonsoz.com.tr/bir-turlu-amerikanlastiramadilar-beni/ Yazımdan aktarıyorum: Amerikan Marshall yardımları kapsamında dağıtılan süt tozuyla beslendi, yani pekte helal süt emmedi 68 kuşağı. Hele ben peş peşe iki ‘Amerikanlaştırma projesi’ okulda okudum. Lisem Kadıköy Maarif Koleji önceden Amerika’da eğitilmiş Türk hocalar ve misyoner İngiliz ve Amerika’lı hocalarla 1955’de,Demokrat Partili yıllarda kurulmuştu. McCarty döneminde ülkeleri için tehlike gördükleri kominizmin kökünü Amerika dışında kurutmak amacıyla CIA (Merkezi Haberalma Teşkilatı) kurdular. Bize Peace Corps/ Barış Gönüllüleri olarak gönderilen öğretmenler de CIA tarafından görevlendirilmişti. Benden ilk başkaldırıyı lisede yediler. Bir yandan Boğazda Amerikan Uçak gemileri güvertelerinde basketbol, okul sahnelerin de İngilizce Shekesphere’den Julius Ceasar oynarken, öte yandan Camus, Jean Paul Sartre ve tabii Nazım Hikmet etkileşimiyle Atatürk’ün Bursa Nutku’nu hatmettim. İngilizce gazetelere ulaşımım sayesinde 59’ da Amerika’nın arka bahçesinde onların adamı Batista’yı alaşağı etmiş Küba’lı devrimciler Fidel Castro ve Che Guavera çoktan rol modelim olmuştu bile. Amerika’lılar Kominizme Mücadele Derneğine imam Fettulah Gülen’i İran’ın Hümeyni’sine koşut biçimde monte ettiler. Milli Türk Talebe Birliği (MTTB), Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı (TMGT) ve Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) gibi gençlik örgütlenmelerinde yoğunlaşan sağcı gençlik örgütleri çatısı altına radikal olma yolunda ki İslamcıları topladılar.Buna karşılık ben okuldan kaçıp Sosyalist Fikir Kulüplerinin (SFK) birleşmesi ile oluşturulan Fikir KulüpleriFederasyonu’nun liseli temsilcisi olarak Cağaloğlu’da yapılan toplantılara katılırdım.68’li yıllar küresel dünya için unutulmaz bir yıldır. Meydana gelen olaylar ve olayların ortaya çıkış şekli adeta sıralanmış halkalar şeklinde devam etmekteydi. Vietnam Savaşı, aya seyahat, Martin Luther King ve Robert Kennedy’nin öldürülmeleri ve Prag da Sovyet tankları, hepsi adeta inadına tek bir yıla sığdı. O yıl, dünyanın dört bir yanında milyonlarca genç, setlerini yıkan nehirler gibi meydanlara hep birlikte aktılar. Bu, 20. yüzyılın en kalabalık ve en coşkulu ayaklanmasıydı. Avrupa sokakları şiddetle tanıştı. Üniversiteler işgal ve boykotu gördü. Devrim ateşinin işçilere de sıçramasıyla hayat felç oldu ve 1968 insanlık tarihine “başkaldırı yılı” olarak geçti. Ülkemizde gençlik hareketlerinde bir dönüm noktası da 29 Nisan 1968 mitingidir. Bu miting, Ankara’da zafer meydanında milli ve demokratik bir güç birliğinin kurulması yolunda büyük bir öneme sahiptir. Bu mitinge bağımsızlıktan ve demokrasiden yana olan bütün kuruluşlar, gençler katıldı ve miting gerçek milliyetçilerin omuz omuza güçlü bir gösterisiyle son buldu. Bu mitingle Türkiye’deki devrimci mücadelenin; yani milli demokratik devrim mücadelesinin temel sloganı onbinlerce kişi tarafından tekrarlandı: “Tam Bağımsız Gerçekten Demokratik Türkiye”.Tamda yangının üstüne gittim Odtü Mimarlık Fakültesine. Güvertede basketbol oynadığım conileri denize dökmek ve Vietnam katili Amerikan Büyükelçisi Komer’in arabasını yakmak burda nasip oldu. Odtü’de Amerikalıların parasıyla kurulmuştu ama hiçbir zaman onlara kul köle olmadı Odtü’lüler. Güneşin zapt edileceği günler özlemiyle UNUTMAYALIM UNUTTURMAYALIM…