Opera sanatçısı, yazar Ali Yılmaz’ın; Yeter Yılmaz’ın editörlüğünü yaptığı, Nitelik Kitap tarafından yayımlanan “ÜÇ DÜNYA” isimli kitabını okuduğumda, yeni üç dünya keşfetmiştim sanki.
Üç farklı öyküden oluşan kitabı okurken farklı dünyaların içine düşüyor bu kadar da olamaz dediğiniz olaylara tanık oluyorsunuz.
Akıcı bir dille yazılmış öykülerin sonunda; öykü kahramanlarının gerçek kişiler olduğunu ve şu anda ne işlerle uğraştıklarını yine öykü tadında anlatıyor, yazar, Ali Yılmaz.
Yazar, Ali Yılmaz; gerçek yaşamda da sade, insan ilişkilerinde fırsat buldukça, dostlarının yanında olmaya çalışan, hatta çoğu zaman işlerini aksatmadan, zorlayarak fırsat yaratan, insan ilişkilerinde dikkatli, aynı zamanda da candan bir arkadaşım. Çoğu insanın her fırsatta sözünü ettiği “mesafeli olmayı” gayet dostça ve ciddiyetle uygulayan bir dost. Mesafe koyduğunuzda, karşınızdaki insanın beklentileri de sınırlı oluyor gönül koymuyor.
İlk öyküsü, ÜLYAAAA. Ülya’nın 12 Eylül darbecilerinin, 17 yaşından 18 yaşına, kimlik üzerinde yaşı büyütülerek idam ettikleri Erdal Eren ile olan arkadaşlık ilişkileriyle başlıyor. Bu kadarı da olmaz diyeceğimiz yaşam hikâyesi işkenceler, gözaltılar, üzerine atılı suçtan, üç yıl sekiz ay yirmi üç gün mahpusluk, mahpusta felç geçirip, annesinin öğrettiği otacılık bilgisiyle kendi olanaklarıyla felci yenmesi, iş yerinde tacize uğraması, taciz eden kişiye yumruk atması sonucu, onlarca sürgüne uğraması, aşk denemesinde kendi dışındaki etkenlerden kaynaklı sonuç alamaması, sokak hayvanlarına sahip çıkması… uzayıp giden bir hayat hikâyesinin dağ yürüyüşleriyle (trekking) le huzur bulması…
Öyküden bir kesit: “Evimin içinde beslediğim kedim can yoldaşımdı. Çok uzaklardan evimin önünde sabah akşam yolumu gözleyen “HAYCAN’lar” doluşmaya başlayınca, mahalleli rahatsız olmaya, beni yargılamaya hatta tehdit etmeye başladı.
Mahallemizin parkında sevimli dostlarım etrafımı çevirip, oturduğum bankın etrafında bana her gün eşlik etmeleri bir grup insanı rahatsız etmiş olmalı ki ellerinde sopalarla hem bana hem de can dostlarıma saldırmaya başladılar.
Neymiş efendim, parkta namaz kılıyorlarmış, köpekler kesinlikle bu parka girmemeliymiş, bana resmen savaş açtılar, annemin şu sözleri geldi aklıma: ‘Eller gidenler lavaş götürüyor, bize gelenler savaş getiriyor.’
Hemen eve geldim. Savaşsa savaş o zaman, babamdan kalan on dörtlü silahı aldım tekrar parka gittim. Parkta bulunanlara; sıkıysa haydi şimdi gelin üstüme, köpeklerime ve bana bir daha tek bir söz söyleyen olursa sonucuna kendi katlanır dedim. Kimsenin çıtı çıkmadı. Kendilerince beni terbiye etmeye çalışmışlardı.”
İkinci öykü, “ÇATLAK PARİS” İstanbul’a bir yolculuk için çıkan Cavidan ile Fransa’da doğan, on günlük bebek iken Türkiye’ye dönen Çatlak Paris’in, bazen üzüldüğünüz, bazen güldüğünüz, bazen hayretler içinde kalıp, “helâl sana” dediğiniz bir hayat hikâyesi.
Çatlak Paris; Köklü bir ailede yetişen, küçükken savcı ya da şarkıcı olmak isteyen, ünlü bir spor kulübüne giderken tecavüze uğrayan sesini çıkarmayan başka arkadaşlarına da tecavüz edilince dayanamayıp hocasını bıçakla öldüren, yedi yıl ceza alan, cezaevi müdürünün, Çatlak Paris’e “Namussuz” demesi üzerine, cezaevi müdürünü feci şekilde döven ve bu nedenden dolayı sürgün üstüne sürgün yaşayan, cezasını tamamladıktan sonra, düğün salonlarında başlayan şarkıcılık ve sahne hayatı pavyonlarda ve nihayet televizyonlara adım atan herkesin tanıdığı ünlü Çatlak Paris’te; bir önceki öykü kahramanı Ülya gibi huzuru trekkink’te bulur.
Üçüncü öykü, “DELİ KIZ.” Deli Kız’ın hikâyesi Anadolu’da yaşanan, aile dramlarının neredeyse her türlüsünü yaşamış. “İyi gitmeyince kişinin işi, muhallebi yerken kırılır dişi” söz tam da Deli Kız için yazılmış sanki!
Yazar Ali ile arkadaşı dönerci Özkan’ın tanıştırıp, öyküsünü yazdıracağı Deli Kız, tesadüfen tatil için gittiği Aspendos’ta yazarımızla tavla oynarken tanışırlar.
Öyküsünü yazar, Ali’nin Aspendos’taki arkadaşına anlatır. Yazar, Ali’nin arkadaşı da yazarımıza, öykü kahramanı Ayten Hanım’ı dinleyip yazmasını önerir. Ayten, Hanım hikâyesini anlattıkça konu yazarımıza tanıdık gelmeye başlar. Bir taraftan cihaz Ayten Hanım’ın sesini kaydederken bir taraftan da yazarımız dalmış gitmişti, Ankara’ya dönerci Özkan’ın anlattığı kadının öyküsüne. Bu öykü tam da dönerci Özkan’ın referans olmak istediği öyküdür.
Bu öyküden alıntı yapmayacağım. Bu öykü kitabını ve diğer eserlerini, okunması gereken kitaplar listenize eklemeniz. Herkese iyi okumalar dilerken, Yazar Ali dostuma da kalemin daim olsun diyorum.