Dil sadece kültürel bir mesele değildir, dil esas olarak insanlar arasındaki iletişimin en önemli unsurudur. Bu yüzden de dili sadece kültürel bir öge olarak anlayıp kültür üzerinden tartışmak yetersiz kalır. Dili toplumun ilişki ve iletişiminde sağladığı fayda üzerinden de değerlendirmek mutlak bir gerekliliktir.
Eğer dil iletişimde verimli, hızlı ve etkin bir rol üstleniyorsa, toplumun her alanda organize olması ve iş üretmesi de daha verimli, hızlı ve etkin olur.
Türk devrimleri arasında dil ve alfabe devrimi çok büyük ve önemli bir yer tutar. Alfabe devrimi hakkında çok konuşulur ve özellikle de İslamcı muhafazakâr kesim sık sık “dedemizin mezar taşını bile okuyamaz hale geldik” diye sızlanır durur. Dedelerinin mezar taşlarından başka okunacak kayda değer bir şey bırakmadıkları gerçeğini bir tarafa koysak bile alfabe bilmenin “mezar taşı” okumak için yeterli olmadığını en azından mezar taşlarında kullanılan dil, sembol ve simgelerin anlamını da bilmek gerektiğini hiç bir şekilde unutmamamız gerekir. Diğer yandan konumuz değil ama unutmayalım ki İslam dininde ve geleneğinde mezar taşı ve mezar taşı yazısı yoktur. Anıt mezar yapmak ve mezar taşı dikmek tamamı ile Türk kültürünün bir unsurudur.
Ayrıca Osmanlı devrinde kaç kişinin dedesinin, babasının nenesinin mezar taşını okuyabilecek okuma yazma becerisine sahip olduğu da son derecede tartışmalıdır.
Neyse konumuz elbette mezar taşı değil konumuz dil ve şunu biliyoruz ki mesela Selçuklularda resmi dil Farsça idi, dolayısıyla Arap alfabesini bilseniz dahi Farsça öğrenmeden Selçuklu resmi, bilimsel ya da kültürel yazışmalarını okuyup anlayabilmeniz mümkün değildir.
Gelelim Osmanlıca meselesine, Osmanlıca sadece kelime olarak değil cümle ve gramer yapısı olarak da Arapça, Farsça ve Rumcanın yoğun bir şekilde etkisinde kalmış adeta asimile olmuş, Türkçe’nin sadece sos olarak kullanıldığı bir dildir. Bu dili bilmeden de Arapça alfabe bilseniz dahi ne okuyup yazabilirsiniz, ne dinleyip anlayabilir ve nede konuşup anlatabilirsiniz.
Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen Türk Dil Devrimi ile birlikte Türkçemiz Arapça, Farsça ve Rumca gibi yabancı dillerin kelime ve gramer etkisinden arındırılmış, Türkçe devlet, bilim ve sanat dili olarak yeniden doğmuştur.
Bu sayede vatandaş ile devlet, sanat ve bilim ilişkisinde iletişim çok ama çok hızlanmış ve kolaylaşmıştır, aracılara gereksinim ise tamamen ortadan kalkmıştır.
Dil devrimi ile eşgüdümlü bir biçimde yürütülen alfabe devrimi ise vatandaşların kolayca okuyup yazma öğrenmelerine ve özellikle de devlet ile aracısız ilişki kurabilmelerine yol açmıştır.
İnsanların anlaşmalarında ve iletişimde dilin çok önemli bir yeri olduğunu makalemin başında belirtmiştim. Türkçe matematik mantığı çok sağlam kurulmuş, iletişimde çok büyük hız ve kolaylık sağlayabilen bir dildir. Bu özelliği ile Türkçe kalabalıklarda iletişimin hızı ve sağlıklılığı açısından büyük verimlilik ve kolaylık sağlar, belirsizlikleri ve yanlış anlamaları ortadan kaldırır.
Türkçe binlerce yıl boyunca kalabalık orduların, geniş Asya steplerinde binlerce kilometre boyunca at koşturabilmesi ve birbirleri ile kusursuz iletişim sağlayabilmesini sağlayabilen bir dildir. Bu manası ile bir ordu dili olarak şekillenmiş savaş alanlarının kaotik ve gürültülü ortamında emir ve komutların net bir şekilde anlaşılmasını sağlayacak bir dil olarak şekillenmiştir. Dilin bu ortamda evrimleşmiş olması yapısındaki bu matematik tutarlılık ve sağlamlığı açıklayabilmek için çok önemli bir unsurdur.
Tek bir kelime, Türkçe de kimin ne zaman ne yapacağını rahatlıkla ve net bir şekilde anlatır. Diğer yandan Türkçenin okunduğu gibi yazılması ya da yazıldığı gibi okunması yazılı iletişimde de anlam kaybını engeller, okuma yazmayı kolaylaştırır, hızlandırır ve verimliliği arttırır.
Türkçe ile ilgili dil bilim konusunda çalışan Max Müller (1823 – 1900) Science of the language adlı eserinde derki; “Türkçeyi söyleyip yazmak için en ufak bir istek beslememiş olsa dahi, bir Türkçe grameri okumak bile gerçek bir zevktir.
Kiplerdeki hünerli tarz, bütün çekimlerde egemen olan kurallara uygunluk, yapımlarda baştanbaşa görülen saydamlık, dilde pırıldayan insan zekâsının harikalı kudretini duyanlar hayrete düşmekten geri kalmaz.
Bu öyle bir gramerdir ki, bir billur içinde bal peteklerinin oluşunu nasıl seyredebilirsek, onda da düşüncenin iç oluşlarını öyle seyredebiliriz.
Türk gramer kuralları o kadar düzenli, o kadar kusursuzdur ki, bu dili dil bilginlerinden oluşmuş bir kurul, bir akademi tarafından bilinçle yapılmış bir dil sanmak olasıdır…”
Washington Georgetown Üniversitesi Türk Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Prof. David Cuthell ise “Birçok yabancı dil bilirim. Bu diller arasında Türkçe öyle farklı bir dildir ki, yüz yüksek matematik profesörü bir araya gelerek Türkçeyi yaratmışlar sanki... Bir kökten bir düzüne sözcük üretiliyor. Ses uyumuna göre anlam değişiyor. Türkçe öyle bir dildir ki, başlı başına bir duygu, düşünce, mantık ve felsefe dilidir.” demektedir.
Bunlar uzman bilim insanlarının görüşleri, elbette bende bu görüşlere katılıyorum ve benzer görüşlere sahip birçok bilim insanı daha bulunmaktadır.
Değerli okurlarım unutmayınız, Türkçe'nin toplum yaşamındaki değerini ve kazanımlarını bilmemiz, Türk dil ve alfabe devrimine sahip çıkmamız geleceğimiz ve ulusumuzun bekası açısından çok önemli mutlak bir gerekliliktir.