Yaklaşık olarak on üç yıldır çok kanlı bir iç savaşın pençesinde kıvranan güney komşumuz Suriye yeni ve oldukça kaotik bir döneme girmiş bulunmaktadır. 

Bu dönemde Suriye’de merkezi bir hükümetin varlığından ve devlete ait bir ordudan bahsetmek artık mümkün değildir. 

Suriye’de yeni bir merkezi hükümet kurulabilecek ve yeni bir ordu inşa edilebilecek mi? 

İşte bunu kimse bilmiyor, kimse öngöremiyor…

Diğer yandan hemen hemen hiç kimse Suriye'de demokrasi insan hak ve özgürlükleri önemli demiyor herkes durmadan Suriye'nin toprak bütünlüğü önemli deyip duruyor! Bir ülkenin insanları özgürce, hak hukuk sahibi vatandaşlar olarak yaşamadıktan sonra toprak bütünlüğü olsa ne olur olmasa ne olur?

Son gelişmeler neticesinde BAAS rejimi düştü ve diktatör Beşar Esad ülkeden kaçıp milyonlarca Suriyeli sığınmacılardan biri haline geldi.

Bu noktada toz duman biraz yatışmış bulunuyor ve kimin ne kaybettiği, kimin ne kazandığı yavaş yavaş belli oluyor.

Putin ve Esad’ın bu savaşın kaybedeni olduğu artık açıkça ortadadır, Esad bütün iktidar ve imtiyazlarını kaybetti kısa sürede unutulup gidecek bir sığınmacıya dönüştü dolayısıyla Esad kişisel olarak en çok kaybedendir.

Fakat ülkeler açısından düşünülürse Rusya ve İran’ın kaybeden tarafta olduğu net bir şekilde görülmektedir.

Kaybedenler üç aşağı beş yukarı belli, peki kim kazandı?

Bence en büyük kazanımı elde eden devlet İsrail, kişi ise İsrail Başbakanı Netanyahu’dur…

Zaten Netanyahu’nun konuşmalarına baktığınızda da bu zafer hissini açık ve net olarak görebiliyoruz.

İsrail Başbakanı Netanyahu, İsrail’in son birkaç ayda İran'a ve bölgedeki müttefiklerine yönelik saldırılarının, İran İslam Cumhuriyeti'nin liderliğindeki sözde direniş eksenini yok ettiğini ve Tahran'ın davranışlarını değiştirdiğini söylüyor.

Netanyahu konuşmasında: “Bir yıl önce basit bir açıklama yaptım. Ortadoğu'yu değiştiriyoruz. Suriye artık aynı Suriye değil. Lübnan artık aynı Lübnan değil. Gazze artık aynı Gazze değil. Ve İran artık aynı İran değil. Gücümüzün ağırlığını hissettiler.” Diyor.

Netanyahu şimdi Suriye ordusunu ve ordunun silah, mühimmat stoklarını yok etmekle ve Suriye’nin güneyini işgal etmekle meşgul en büyük düşmanından kurtulmuş bir başbakan olarak gayet rahat, tabiri caizse köpeksiz köyde değneksiz geziyor.

Amerika ve İngiltere’nin de kazananlar safında oldukları aşikâr Rusya ve İran’ı Doğu Akdeniz’de etkisiz hale getirmiş bulunuyorlar.

YPG/PKK hattında da bir kazanım havası seziliyor, bunlar kendilerini Fırat’ın doğusunda bir devlet kurmaya daha da yaklaşmış olarak görüyorlar.

Peki, bu noktada Türkiye’nin durumu ne?

Türkiye’de özellikle hükümet medyasında bir zafer havası estiriliyor fakat şu ana kadar sembolik bir anlam taşıyan Emevi caminde namaz kılmak dışında pek bir somut kazanım görünmüyor. 

Dahası MİT Başkanı İbrahim Kalın ayağının tozuyla HTŞ lideri Golani’nin şoförlüğünü yaptığı araba ile Şam turu attı ve Emevi Caminde namaz kıldı tabiri caizse “bunların patronu biziz” mesajı verdi…

Açıkça söylemek gerekirse bu hamasi davranış birçok kişinin hoşuna gitmiş olsa da Türkiye açısından oldukça riskli bir harekettir. Böyle bir “patron benim” imajı HTŞ’nin yapacağı her olumsuz işin vebalinin Türkiye’ye yüklenmesi ile sonuçlanabilir.