Yaşamak, tüm canlılar için mutlu ve huzurlu olmak veya mutsuz ve huzursuz olmaktır. Bazen mutlu ve...

Yaşamak, tüm canlılar için mutlu ve huzurlu olmak veya mutsuz ve huzursuz olmaktır. Bazen mutlu ve huzurlu, bazen mutsuz ve huzursuz olmak da vardır tüm canlılar için. Dördünün ortasının bulunduğunu veya ortası varsa bile tam ölçülebileceğini sanmam. Bilim insanları bu algımı bilseler, belki var diye yanıtlayabilirler. Hangi bilimsel yöntemleri ve araçları kullanırlarsa kullansınlar, mutlulukla mutsuzluğun tam ortasının olabileceğini, olduğunu, bunun ölçülebileceğini, ölçülebilmiş örneklerin bulunduğunu söyleseler, sanırım beni inandıramazlar.

Ancak, insanların, “Ben daha çok mutluyum” veya “Ben daha çok mutsuzum” veya “Ben zaman zaman mutlu, zaman zaman mutsuzum” demelerini de, onların algıları ve ifadeleri olarak saygı ile karşılarım.

Yaşantım boyunca mutlu, çok mutlu olduğum dönemler daha çok ağırlık taşıdı, mutsuz olduğum, kaygılandığım, korktuğum, üzüldüğüm dönemler de yaşadım.

Aslında, bazı insanların yaşantıları, bir kitaba kolay kolay sığmayabilir. Ancak, herkesin kitaplaştırarak başkaları ile paylaşabileceği, gelecek kuşaklara örnek olarak bırakabileceği bir yaşantısı mutlaka vardır. Ülkemde veya dünyanın başka bölgelerinde. İnsanın, farkedilmese bile bir kitaba veya kitapçığa sığabilecek bir yaşantısının mutlaka bulunduğuna inanıyorum. Kısa süreli yaşantılar dahil.

Bugün kendimden örnekler vermeye çalışacağım. Yer; Türkiye ve Dünya, tarih, saat, süre önemli değil.

Çok uzak, yakın demeden geçmiş veya bugünkü savaşlar, fetih gibi işgaller, halkların büyük ölçüde ekonomik ve sağlık şiddeti altında yaşatılması, özgürlüklerin baskı altında olması, kendi aklıma ve algıma göre Türkiye ve Dünya hapishanelerinde çok sayıda suçsuz insanın bulunması, beni çok etkiliyor, üzüyor ve kaygılandırıyor.

Çocukların, gençlerin, ellerinde silah, dağlarda, mağaralarda, ormanlarda yaşamalarına, insan öldürmek için yetiştirilmelerine, şehit oldu veya etkisiz hale getirildi haberlerinden çok etkileniyorum. Yaşarken veya öldükten sonra öncelikle bu topraklarda ve dünyanın birçok yöresinde daha çok kan ve gözyaşı döküleceğinden kaygılıyım. Yüreğim ağır bir korku ile kuşatılmış gibi.

Sorun bende mi, yoksa ……. mı?

İnsanların ana yurtlarından kaçmak zorunda bırakılması, kaçırılması, idam edilmesi, katledilmesi, ana yurtlarının yerin üstündeki cehenneme çevrilmesi, beni çok ve olumsuz etkiliyor.

Sorun bende mi, yoksa ……. mı?

Devlet başkanı, cumhurbaşkanı, başbakan, bakan olmuşların, kendileri gibi düşünmeyenleri, kendileri gibi inanmayanları, kendileri gibi yaşamak istemeyenleri, doğal, yaradılıştan gelen zenginlik sayacaklarına, onların güvencesi olacaklarına, onları tehdit etmeleri, aşağılamaları, nefret suçu işlemeleri, yargıda bulunan bir konu ile ilgili olarak, daha iddianame hazırlanmadan veya yargılama sürerken, zanlıları suçlamaları, nerede ise ceza kararı verir gibi konuşmaları, beni çok üzüyor, endişelendiriyor, ülkem ve geleceğimiz için kaygılandırıyor.

Sorun bende mi, yoksa ……. mı?

Erkeklerin kadınlara, eşlerine, kadın arkadaşlarına, çocuklarına, iş arkadaşlarına ve iletişim içinde oldukları yaşlı, genç, çocuk tanımına giren insanlara yaptıkları her çeşit şiddet beni çok üzüyor, utandırıyor. Bazı kadınların, eşlerin, annelerin, erkeklerin bu suçlarında kolaylaştırıcılık, hatta yönlendiricilik yapmaları da inanılmaz. Duygular da anlatılamayacak düzeyde. Bu örneklerden korkmakla, üzülmekle ve utanmakla yanlış mı yapıyorum, duygularıma engel mi olamıyorum?

Sorun bende mi, yoksa ……. mı?

Toplumsal yaşamdan bir örnek vererek yazımı sürdürüyorum. Dünya, temizlik yaparken kullandığı tatlı suyun çok büyük bölümünü boşa akıtıyor. Evlerde, kamu veya özel iş yerlerinde, lokantalarda, kafelerde, tuvaletlerde, trenlerde, dinlenme tesislerinde ve insanlarla suyun birlikte olduğu her yerde. Uyaran, suyun boşa akmasının sorumsuzluk olduğunu anlatan hiç yok. Çoğu zaman, eller yıkanırken, muslukların açık bırakıldığını ve suların hızlı bir şekilde boşa akıtıldığını görüyorum.

Suyun üretimi ile tüketimi arasındaki fark, insan, hayvan ve doğa için tehlike yaratacak düzeye geldi. Bu yetmezmiş gibi, bir de su savaşlarından söz edilmez mi? Çok üzülüyorum. Bizden sonra, torunlarımızın yaşamaya zorlanacağı, suyu azalmış veya susuz bir ülke ve dünya olasılığı için. Hatta daha doğmamış tüm canlılar için. Bugün yeşil olan, insanın kıyımından şimdilik kendini kurtarmış alanlar için.

Sorun bende mi, yoksa ……. mı?

Yazılarımda sıkça, Ülkemizin küllük ve çöplük olmaya başladığını anlatmaya çalışıyorum. Bahçeleri, sokakları, parkları, spor alanlarını, piknik veya gezi yerlerini küllük ve çöplük halinde gördükçe tüm olumsuz duygular bende toplanıyor sanki.

Okul önlerinde öğretmenlerin, çocukların ve çevre halkının gözleri önünde sigara içmelerini, izmaritleri yerlere atmalarını, kalabalık yerlerde, örneğin Ankara’da, Kızılay’da, havada uçuşan sigara dumanlarını, yerlere gelişi güzel fırlatılan sigara izmaritlerini, cam, plastik, naylon veya kağıt kapları, yiyecek atıklarını gördükçe, bu yazının içinde dile getirdiğim tüm olumsuz duyguları yaşıyorum.

İş yerlerinin, örneğin marketlerin, dershanelerin, dükkanların ve diğer yapıların önlerini küllüğe ve çöplüğe çeviren çalışanların, yöneticilerin, kamu görevlilerinin, öğrencilerin ve hatta belediye görevlilerinin varlığını nasıl anlatmalıyım?

Benden başka uyaranı, belediyelerden veya bakanlıklardan bilgilendireni, uyaranı veya ceza işlemini yapanları görememekten de duyduğum endişeleri anlatacak kelime bulamıyorum.

Bir halkın içinde, kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk, ülkesini ve yaşadığı alanları küllüğe ve çöplüğe çeviren bu kadar insan nasıl yetiştirildi veya yetişti, yetiştirilemedi?

Sorun bende mi, yoksa ……. mı?

Hayvanlara şiddet uygulayan, hayvanları, süte gerek duyan yavruları ile birlikte ormanlık alanlara bırakanları, toplu halde öldürenleri, avladığı, daha doğrusu katlettiği hayvanlarla fotoğraf çektirenleri, fotoğrafları çekenleri gazetelerde ve televizyonlarda gördükçe donup kalıyorum. Kedileri, köpekleri kovalayan, onlara tekme atan, aç ve susuz bırakan kadınlara ve erkeklere baktıkça, tamamen benim sözüm olan “Utanmalıyız kedilerin bile korktuğu insan olmaktan” cümlesini yineliyorum da yineliyorum.

Ağaçları kesenleri, ormanları yakanları veya yakılmasını kolaylaştıranları, yol, hava alanı, otogar veya bina yapmak için korulukları, ormanları, meraları, sebze ve meyve bahçelerini, tarım alanlarını, kıyıların bir bölümünü, tarihi binaları, hastaneleri, spor ve kültür yapılarını yok edenleri, medyada ve sosyal medyada izledikçe, yok edilenlerin üstüme yıkıldığını hissediyorum, yazık.

Türkiye’de eğitim sisteminin, insanların, böylesine zararlı ve ölümcül davranışlardan uzak kalmasını, sevgi, saygı, şefkat, hoşgörü ve dostluk dolu, sağlıklı ve huzurlu yaşanmasını, güzelliklerin ve zorlukların paylaşılmasını sağlamadığına inanıyorum.

Sorun bende mi, yoksa ……. mı?

Bu yazıda paylaştıklarımı okuyanlar mutlaka üzülecektir. Hatta eksik veya abartılı bulanlar da olacaktır. Keşke diyenler de. Dost Dili köşesi, söyleyecek sözü, verecek örneği, olumlu veya olumsuz yaklaşan herkese açıktır.

Gönüllü çalışmalarımda iki değere, ben de çok değer veririm. Biri siyasal düşünce, diğeri de dinsel inançlar. Dinsel inançlarla ilgili hiçbir yorumda bulunmam. Siyasal veya dinsel, herkesin düşüncesine ve inancına büyük saygı duyarım. Her iki değeri, insanların zenginliği veya doğal parçaları sayarım. Yeter ki şiddet olmasın. O zaman da, siyasal görüşü ve inancı değil, şiddeti eleştiririm. Yine güzel Türkçemizin güzel kelimelerini kullanarak.

Hiç zorlanmadan, kimseyi ötekileştirmeden seçtiğim kelimelerden kimsenin rahatsız olmamasını beklerim, dilerim.

Değindiklerime bir kez daha bakarak, “sorun bende mi, yoksa ……. mı?” diyorum.