Saygın devlete “itibarlı devlet” de denilir. İtibar, başkalarının bizim hakkımızda sahip olduğu düşüncelerin tamamıdır. Bu kavramın devlet ve devlet kurumları içinde tanımlanmış bir anlamı vardır. Son 22 yıldır Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin saygınlığına gölge düşüren uygulamalar yapılıyor. Ben daha gerilere gitmeden 16 Aralık 2023 tarihinden itibaren gazete ve televizyonların haber kanallarını işgal eden haberlerden söz etmek istiyorum.
RTE iktidarı 22 yıl içinde dört buçuk milyon yabancıya yurttaşlık verdi. Bu yurttaşlardan biri de Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmut’un 40 yaşındaki oğlu Muhammet Hasan Şeyh Mahmut, 30 Kasım 2023 tarihinde, kullandığı arabayla, Yunus Emre Göçer isimli emekçi bir insan olan motokuryeye çarparak ölümüne sebep oldu.
Eşini dul, iki çocuğunu öksüz ve yetim bıraktı. Muhammet Hasan Şeyh Mahmut, karakolda olayı doğru anlatmadı. Yalan söyledi. Zaten anlatsa da belli ki fark etmeyecekti. Neticede serbest bırakıldı ve iki gün sonra da Türkiye’den kaçıp yurt dışına gitti. Ortada bir ölüm vardı. Savcı ve yargıç ölümü yok mu saydılar?
Adalete hesap vermesi gereken biri yurt dışı çıkış yasağı bile verilmeden nasıl serbest bırakılıyordu? Kaçtı adalete hesap vermekten kurtuldu. Gezi olaylarından tutuklu Osman Kavala, HDP eş başkanı iken tutuklanan Selahattin Demirtaş için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “Bu insanlar suçsuzdur. Derhal serbest bırakılsın” şeklindeki kararına rağmen hapiste yatarken, Şeyh Mahmut’un elini kolunu sallayarak yurtdışına kaçması devletin saygınlığını bir kez daha zedeledi.
Bu olay ne RTE’ye ne de ekibine hatta kimseye tuhaf görünmez oldu. Nasıl tuhaf görünsün ki, Türkiye’nin itibarını çok yükselttiğini uzun yıllardır savunan RTE; AKP döneminde adalet ve devletin saygınlığı tanınmayacak kadar çürüttü. Bu çürümüşlüğün birkaç kanıtını sunmak istiyorum. ABD ve kimi AB ülkeleri ile suçluların iadesi anlaşması bulunuyor.
Anımsayacaksınız ABD’yi, Fethullah Gülen’i Türkiye’ye iade etmeye zorlamak için İzmir’de tutuklanan Rahip Andrew Craig Brunson, 3 yıl bir ay 15 gün hapse mahkûm edildikten sonra zamanın ABD Başkanı Donald Trump’ın isteği üzerine serbest bırakıldı ve kuşlar gibi uçarak ülkesine döndü. Rahip Andrew’in boynuna Trump sarıldı. Ayrıca ABD’nin İstanbul başkonsolosluğunda çalışan Türk vatandaşı Metin Topuz, “silahlı terör örgütüne yardım ettiği” savıyla yargılanıp 8 yıl 9 ay hapse mahkûm edildi. Sonra ne oldu? ABD isteyince salıverildi.
Saygınlığını yitiren Türkiye Cumhuriyeti devleti bir kez daha yara aldı. Ülkemizi yönetenlerin yabancılara karşı uygulaya geldikleri sözde hoşgörü (!) o kadar çok ki; adalet sarayın işaret parmağının uçunda kaldı. Yeri gelmişken devletin itibarını zedeleyen bir konudan da söz etmek istiyorum. 2 Ekim 2018 tarihinde Suudi Arabistan’ın İstanbul’daki başkonsolosluğuna bir işlem için giren Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı Riyad’dan Prens Muhammed bin Salman’ın özel olarak gönderdiği bir ekip tarafından başkonsoloslukta öldürüldü.
Bunun üzerine Cumhurbaşkanı RTE Suudi yönetimini -özellikle Prens Muhammed bin Salman’ı- suçlamış ve yönetim hakkında ağza alınmayacak laflar etmişti.
Sonra ne oldu?
RTE eşini ve tüm ekibini de yanına alıp Suudi Arabistan’a gitti. Salmanla sarmaş-dolaş kucaklaştı. Cemal Kaşıkçı dosyası Kaşıkçı’ya bir Fatiha bile okunmadan o zaman ki Adalet Bakanı Bekir Bozdağ tarafından Suudilere teslim edildi. Böylece devletimizin saygınlığı bir darbe daha yedi. Öte yandan bir gerçek var ki AYM’nin her kararı herkesi bağlar. Ama yüksek yargının bir organı, öteki yüksek yargı organının verdiği kararı tanımadığını uygulamayla ortaya koyuyor. Bu yargıçların görevden alınması ve yargılanmaları gerekirken, iktidar bu yola hiç başvurmuyor.
Anayasal sistemin en yüksek mahkemesi üyeleri hakkında Yargıtay suç duyurusunda bulunuyor.
Sistemin her seçmeni bir patrondur. Bu patronlar devleti itibarsız hale getirenlerden mutlaka hesap sorması gerekmiyor mu?