Suriye ile komşuluk ilişkilerimizi kökünden kesip atmanın yanlışlığını anlamak için en az 10-12 yıl gerilere gitmek ve gelişmeleri incelemek gerekir. Yıl 2012… Aylardan Temmuz’un ilk haftaları… Suriye yalanın kıskacında bulunuyor. Suriyelilere göre ülkelerinin üç düşmanı Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye. En kızdıkları politik figür ise Recep Tayyip Erdoğan... Şam’da şaşırtan sessizlik hüküm sürüyor. Genel grev Suriye başkentini vurdu haberlerinin yayımlandığı saatlerde sabaha kadar açık dükkânlarda Şamlılar alışveriş yapıyordu.
Batı medyasında seçimlere katılımın düşük olduğu söylenmesine rağmen, Esad’ın reformlarının da etkisiyle son seçimlere katılım rekor düzeyde oldu. Anayasa değişikliği ile yönetici parti Baas’ın yanı sıra on parti daha seçimlere katıldı. Seçimlerde yedi binden fazla bağımsız aday da şansını denedi. Şimdi sadece Suriye’nin başkentinin adı olarak bilinen Şam, çok uzun yıllar boyunca tüm Suriye’yi aslı “Asuriye” diye tanımlamak için kullanılırdı. Şam, sadece bu güzel kentin değil tüm bölgenin adıydı. Arap-İslam dünyasında, Yunanca bir kelime olan Suriye’nin kullanıldığına pek tanık olunmamıştır. Batılı sömürgeciler iki yüzyıl önce yeniden Suriye’yi akıl etmeselerdi, Türkiye için buralar hala Şam’dı.
Dünya kamuoyunun adını huzursuzlukla, kargaşayla andığı Suriye’ye, tam kırk dört yıl sonra yapılan “çok partili” seçimleri iktidar partisi Baas’ın “ülkenin tek öncü partisi” olduğunu içeren anayasa maddesi kaldırılınca başka partilerin de katılabilme şansını yaşandı. Kimilerine göre “adil” olmayan seçimlerin oy kullanan vatandaşlar için ne demek olduğu anlamlıydı. Hepsi, ‘Halk Meclisi’ dedikleri parlamentoda sorunlarını çözebileceğine, seslerini duyurabileceğine inandığı adaylara oy vermek için sandık başındaydılar. Suriye’de, adaylara oy veriyor seçmenler, dolayısıyla hangi partiden olduğunun bir önemi yoktu. Çok az Türkçe konuşabilen bir Türkmen kadın oyunu, bir işadamı olan adaya verecekmiş örneğin. Hangi mezhepten, hangi siyasi görüşten olduğunu bilmiyormuş bile. Seçimlerde 7 binden fazla bağımsız aday vardı. Bunlardan biri olan Nizr Elbedin “Ben Suriye’nin Charlie Chaplin’iyim” (Şarlo) diyordu.
O tarihte gençlerin gündemi işsizlikti. “Ben de Türküm” diyen ekonomi öğrencisi İsmail Karamuhammed, “Suriye güzel ama ben Türkiye’de okumak istiyorum” diyordu. Suriye Komünist Partisi de seçime giriyordu. Liberal ekonominin Suriye’ye uymadığını seçmenler tarafında ifade ediliyordu. O tarihte Başbakan olan Erdoğan hakkında bir Türk seçmen şunu söylüyordu: “Erdoğan bizim için düşman. Onun patronu Amerika.” Diyordu. Baas partisi bu seçime Vatan Cephesi adlı oluşumla girdi.Yeni yasalaşan reform kararları uyarınca üç dönemden fazla milletvekilliği yapılamayacaktı. Dolayısıyla, Baas partisinden milletvekili olmuş çok sayıda yönetici yeniden seçilemeyecekti. Suriye tarihinin “devrim”lerinden biri bu sayılıyordu. O tarihlerde Suriye’de seçimlere aralarında henüz iki ay önce kurulanlar da dahil olmak üzere dokuz parti katıldı.
Kısaca Ulusal Gençlik adlı bir parti de var ki, Kürtlerin partisi olarak biliniyor. Kürtler sanılanın aksine uzun zamandır Suriye politikasında yer edinmiş durumdalar. Suriye’de dileyen parti kurabiliyor artık. Tek şart, etnik, mezhepçi ya da dinci politikalar gütmemek. Suriye 2012 yılının Temmuz ayının ilk haftasında yaptığı genel seçimlerde birçok zorluklarda yaşadı. Bu zorluklar genellikle çatışma bölgelerinde oldu. Ama seçimler yine de yapıldı. Anlatılanların aksine, hiç de olağanüstü koşulların yaşanmadığı bir başkentte, herkese açık bir seçim gözlendi. Peki, Suriye bir ateş çemberindeymiş gibi anlatılıyordu? Başta Türkiye olmak üzere ABD ile Batılı devletler ile kimi Arap ülkeleri Suriye’den ne istiyorlardı? Eğer Beşşar Esad, 2003 yılında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’in, tehdit gibi isteklerine “evet” deseydi, “demokratik” olmayan Suriye bugün “özgürleştirilmek” istenir miydi?