Günlük yaşantımızda insanlar bir birine hatırını sorarken nasılsın, dedikten sonra bir soru daha sorarlar, nasıl gidiyor. İnsanların bu nasıl gidiyor sorusunun altında yatan aslında bir merak konusudur. Bu merak neyi karşılar. İnsanların durumlarının nasıl olduğu, işinin, aşının var olup olmadığı, halinin ve vaktinin iyi olup olmaması, durumlarını karşılıklı merak etmelerindendir. Müşterek, insanların işlerinin yolunda gitmesi duygusudur. Bir anlamda da işlerin yolunda gitmesi duygusunun hâkim olması hayatımızda süreklilik olgusunu da içeriyor olmasıdır.

Günlük yaşantımızda insanlar bir birine hatırını sorarken nasılsın, dedikten sonra bir soru daha sorarlar, nasıl gidiyor. İnsanların bu nasıl gidiyor sorusunun altında yatan aslında bir merak konusudur. Bu merak neyi karşılar. İnsanların durumlarının nasıl olduğu, işinin, aşının var olup olmadığı, halinin ve vaktinin iyi olup olmaması, durumlarını karşılıklı merak etmelerindendir. Müşterek, insanların işlerinin yolunda gitmesi duygusudur. Bir anlamda da işlerin yolunda gitmesi duygusunun hâkim olması hayatımızda süreklilik olgusunu da içeriyor olmasıdır.

Toplumda ortak bir kanı var ve işlerin yolunda gitmediği durumu ortadaysa, her şeyin yolunda olduğu düşünülemez. Kötü giden bir durumda hiç kimse şükürler olsun her şey yolunda gidiyor demez. Kişinin gelecek kaygısının artığı, gelirinin yeterli olmadığı, sağlık, eğitim, konut iş ve aşın yeterli olmadığında hayatının ve geleceğinin sağlıklı bir şekilde sürdürülemez olduğunun belirtisidir de.

Toplumun ve kişilerin refahının olması, açlığın, evsizliğin ve yoksulluğun ortadan kaldırılması, barış içerisinde bir yaşam sürdürme anlayışının hâkim olması demektir. İşlerin iyiye gitmesi her zaman olmasa da genel olarak toplumsal bir iyileşme, güvensizliği, kuşku ve kaygıyı azaltır, hatta ortadan kaldırabilir de. En azından yaşayan kuşaktan sonra gelecek kuşakların iyiye gittiğini bilmek toplumu rahatlatır. Çocuklarımızın gelecekte daha iyi bir toplumda adil ve eşit yaşamasını sağlayan hayatın anlamını yaratan bir düşünce ortaya çıkarır.

İnsanların daha iyi yaşam koşulları içerisinde yaşamasını sağlamak ekonomiyi büyütmekle olacak bir varsayımdır. Refah ise daha büyük bir gelir, daha çok seçenek yaratmak, hayat kalitesini artırmak ve zenginleşme olarak topluma yansımasını sağlamaktır.

Gayri Safi Yurt İçi Hasılanın(GSYH) artırılması bir ülkede ekonominin bir ölçüsü olarak görülür. Kişi başına elde edilen gelir aynı zamanda refahı da karşılıyor olarak düşünülebilir. Ülkemizde son beş yıl içerisinde büyüme oranları aşağıdaki tabloda gösterildiği gibi gerçekleşmiştir. Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (GSYİH), belirli bir dönemde bir ülkede yapılan tüm bitmiş mal ve hizmetlerin parasal değeridir.

Cumhurbaşkanlığı strateji başkanlığı; https://www.sbb.gov.tr/buyume/

2018 yılında büyüme oranı % 3,3, 2019 yılında % 0.72, 2020 yılında % 1.62, 2021 yılında % 11.45, 2022 yılının birinci çeyreğinde ise % 7,3 olarak büyümüş olduğu, Cumhurbaşkanlığının strateji planı açıklamasında gösterilmektedir.

GSYH’deki büyüme seviyesi yoksul ve gelişmekte olan ülkeler de anlamını korumaktadır. Siyasal iktidarlar, GSYH ‘daki büyümenin yüksek çıkması konusunu, siyasi hedef olarak önlerine koyarlar ve gerçekleştirmek için çalışırlar.

Milli gelirden alınan pay toplumsal kesimler açısından vahim gözükmekte. Türkiye de yaşayan nüfus 2022 yılında 84.680.273 kişidir. AK PARTİ ‘nin yürütmesinde olan Metin Külünk tarafından açıklanan rakamlara bakıldığında, milli gelirden ülkede yaşayan toplumsal kesimlerin durumu açıkça ortaya çıkmaktadır. AK PARTİ’Lİ, Metin Külünk’ün yaptığı açıklamaya göre; Toplumun en üstteki %10’luk kesim(846.803 kişi) toplam servetin %67’sine sahipken, en alttaki %50’lik(yaklaşık 42.000.000 kişi) nüfus toplam servetin sadece %4’üne sahiptir. Türkiye’de en az kazanan ile en çok kazanan arasındaki fark 23 kattır. En tepedeki %10’luk (846.803 kişi) nüfus toplam gelirin yaklaşık %55’ine sahipken, en alt %50’lik(yaklaşık 42.000.000 kişi) nüfusun toplam gelirden aldığı pay %12’lerdedir. Yirmi yıldır ülkeyi yöneten bir parti yöneticisi tarafından bu kara tablolunun ortaya konulması da, ayrıca ders alınılması gereken ibretlik bir tablodur.

Türkiye’de her ay yoksulluk ve açlık sınırı TÜRK- İŞ sendikası tarafından açıklanmaktadır. Türk-İş’in Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması’nın 2022 Haziran ayı sonucuna göre; gıda enflasyonu yüzde 117’yi aşmış gözükmekte. Dört kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması tutarı, yani açlık sınırı 6 bin 319 liraya, yoksulluk sınırı da 20 bin 818 liraya çıkmış bulunmaktadır.

Enflasyondaki artışlarda emeğiyle geçinen ücretliler açısından gelir seviyesindeki alım gücünün düşmesi, asgari ücretlerde yeniden bir düzenleme yapılmasına neden olmuştur. Bu bile yoksulluğu ve milli gelirden alınan paylar dikkate alındığında, çalışanların refahını ve yoksulluğunu karşılayacak durumdan çok çok uzakta durmaktadır.

Ülkemizdeki gelir dağılımın adil bir şekilde bölüşümü yapılmadığında, milli gelir dağılımındaki toplumsal eşitsizlik ve yoksulluğu daha da fazla artırmaktadır. Yoksulluğun toplumsal tabanını ve sayısını artırarak genişletmektedir.

Siyasal iktidar bütçe politikalarıyla bölüşüm araçlarını kullanarak milli gelirden alınan toplumsal kesimlerin payını belirlemektedir. Toplumun ve kişilerin refahını artırıcı bölüşüm politikalarında adil olmamaktan kaynaklı yoksulluğu ve gelirin dağılımını kötü yönetmişlerdir.

Adil olmayan bölüşüm toplumsal refahı sağlayamadığı gibi toplumun sürekliliğini de sürdüremez ve toplumun gelecek kaygısını artırabilir. Toplumun geleceği olan çocuklarımızın daha müreffeh bir toplumda güven ve refah içerisinde yaşamasına olanak sağlamaz.

Yoksulların şükür sahibi olması, yaratılan adaletsiz gelecek güvensizliği olan gelir dağılımı sürdürülemez. Toplumsal barışın geleceği güvence altına alınamaz.