https://sonsoz.com.tr/makale/19270555/unal-ozuak/piknik-uzerinden-guzel-ankara-hatirlamasi1
Yazımda söz verdiğim şekilde 'Bugün'üne dövünüp 'Geçmiş'iyle övündüğümüz Ülkemizin kurucu başkenti Ankara'da ODTÜ Mimarlık ruhunu özümsediğim 22 devrimci gençlik yıllarımı; Sosyal medyada önüme çıkan mükemmel Ankara kronolojisinin devamını “Ülkelerin tarihsel- toplumsal- kültürel özelliklerine göre farklı yollardan gelişen, farklı sonuçlara varan, farklı izler bırakan 68 dalgasının bütün ülkelerdeki ortak yanı; üniversitelere hâkim olan tutucu zihniyete karşı önce eğitimde reform talebiyle başlayan bir gençlik hareketi olması, giderek diğer hak hareketleri ve talepleriyle genişlemesi, geleneksel parti ve sendikaların inisiyatifi dışında tabandan kendiliğinden gelişmesi, merkezî yapılardan bağımsızlığı, kitleselliği ve radikalizmidir.” Olduğunu anımsatarak, aktarmayı sürdürüyorum…
İsmet İnönü, başbakanken bile bankacılık işlemleri için karşılarındaki İş Bankası'na bizzat kendisi gelirdi. İşlemler devam ederken Paşa'ya mutlaka Piknik'ten greyfurt suyu istenirdi. Bir gün greyfurt suyu yerine, Vahit Bey'in Amerikalı eşinin öğrettiği, greyfurdun soyulup, meridyenlerinden araya bıçakla girilip, sadece zarın içinde kalanlarının toplandığı tabak ve küçük kaşık gönderildi ve Vahit Bey acele bankaya çağrıldı. Paşa ellerini açmış; "gel, geeeel; anlat, bu nasıl yapıldı?" diye soruyordu. O zamanlar soğuk hava deposu yoktu ve greyfurtlar Ürgüp'teki mağaralarda muhafaza ediliyordu. Dolayısıyla yaz kış Piknik'te greyfurt hiç eksik olmazdı. Bu olaydan sonra Piknik, Mevhibe Hanım ve İsmet Paşa'ya her hafta iki sandık greyfurt göndermeye başladı. Metin Toker, Vahit Bey'le karşılaştığında "başımıza öyle bir iş açtın ki" diye takılıyordu. Bir gün Reşat Bey, Paşa'ya sandığı bizzat kendisi götürmüş, "ne getirdin evladım?" diye soran Paşa'ya- "Paşam greyfurt getirdim" dediğinde gözlerindeki katarakt sorunu nedeniyle net göremeyen Paşa;"teşekkür ederim; Reşat Bey oğluma da selam söyle" demişti.
Daha sonra bir yaz, Piknik'in girişine, kocaman bir şemsiyenin altına türünün ilk örneği olan yedi yüz elli kiloluk Carpigiani dondurma makinesi kondu. Kolu indirildiğinde spiral şekilde külaha akan vanilyalı, çikolatalı dondurmanın tadına bakabilmek için bazen yüz metre ilerideki Büyük Sinema'ya kadar kuyruk oluşuyordu. Piknik sabahın 06:30'undan gecenin 22:30'una kadar hizmet veriyordu. Çok erken gelen, jambon - yumurta müdavimi Amerikalılara, memurlara, çoğu şimdinin yöneticisi öğrencilere, Çetin Altan'lara, Nuri Altınok'lara, Arman Talay'lara, tiyatroculara, limonlu, portakallı pelte seven Bülent Ecevit gibi siyasilere, üst düzey bürokratlara, Celal Atik gibi şampiyonlara, Tanju Okan gibi müzisyen müdavimlerine hizmet veriyorlardı. Hatta Vahit Bey, Tanju Okan'ın düğün şahidi olmuştu. Öğrencilere, öğrenci olduğundan şüphelenilenlere, sarhoş olacağı belli olanlara kesinlikle içki verilmezdi. Ama sarhoş olmuşsa da yanına bir komi verilip evine bıraktırılırdı. Piknik'e gidince, yüzleri kıpkırmızı oluncaya kadar içen pek çok yabancı diplomatla da, Vatikan'daki rahibe okulundan giysileriyle gelmiş öğrencilerle de aynı masayı paylaşmak mümkündü.
Piknik'e gelen üst düzey bürokratından öğrencisine, bay, bayan, tanıdık, tanımadık, aynı küçük masalarda birlikte otururken herkes birbirlerine son derece saygılı davranırdı. Amerika’da yayınlanan "Bir Dolara Dünya Turu" (One Dollar Travelling Around The World) isimli kitapta Piknik'ten de söz ediliyordu.
Bazen Şinasi Nahit Berker içkiyi biraz kaçırınca sokaktaki ayakkabı boyacısının motoruna atlayıp gösteri yapardı. Atatürk Lisesi'nin efsane İngilizce hocası Hayri Baba'da (Hayrettin Sağlamtunç) devamlı müşterilerindendi. Sürekli temizlik yapılır, yerlerden talaş eksik olmazdı. Bazen parası çıkışmayan öğrenci olduğunda, Lefter gibi garsonlar, sanki para vermişler gibi masaya tabakla bir de paranın üstünü bırakırdı.
Gar Gazinosu'nda aryalar söyleyen Nico da Castino Bulvar'da yürür, Piknik'in önünden geçerken durup başını içeri uzatır, bir arya okuyup yoluna devam ederdi.Ankara'nın ilk "Espresso"su Piknik'teydi. Hatta Sevgi Soysal, devrilen kavak ağacını, Piknik'teki sıradan bir günün telaşını, Piknik'in Tuna Caddesi'ne bakan camekanlı bölümünde Espressosu'nu yudumlarken yazıyor, "Yenişehir'de Bir Öğle Vakti"ni Türk Edebiyatı'na armağan ediyordu.Televizyonun emekleme devrinde Cenk Koray'ın, Üstün Savcı'nın yarışmalarında Piknik soru olarak çıkıyordu.Bulvarın o noktası artık "Piknik Durağı" olmuştu. Dolmuşta, "Piknik'te inecek var"dı.
Akşam olurken Piknik'in tam önünde birisi; melodisi şu anda bile çok net aklımda olan "Vatan geldi yar - Vataaan geldiii yaaar" diye şarkı söyleyerek akşam gazetesi Vatan'ı satardı. Pazar günleri aynı yerden "Hadiii; maçaaaaa, maça, maça, maça" diye bağırılarak, stadyuma yuvarlak hatlı dolmuşlar kalkardı.Atatürk Bulvarı'nın Piknik'in olduğu tarafında; Sıhhiye tarafına doğru: Kültür Kitabevi, Vog Çorapçısı, Me-Ka Bebe, Öztrak'ların Bulvar Pasajı, girişte merdivenle çıkılan belki de papağanı hala sağ olan Bulvar Eczanesi, karşısında Osmanlı Bankası- Ankara Şubesi, pasaj içinde Coşkun Kundura, karşısında Sobotta Atlasları’nı da satan Zeki Mumcu Kırtasiye, Triko Mısırlı, yine Bulvar üstünde Erler Mağazası, Şen Triko, İskender Kundura, Örücü Süleyman, içi hep kuyumcu dükkanı olan Büyük Çarşı, çok güzel bir sinema olan Büyük Sinema, Meram Pastanesi, Tempo Çamaşır, bina dışında "uçak ile" - "şehir içi" diye pirinç kapaklı kutularına mektup atılan postane, az ilerisinde ayakkabıcı, MEA, Lufthansa, Pan American havayolu şirketleri ve şu anda Ordu Evi olan Yüksel Palas vardı.Çankaya tarafına doğru ise: İş Bankası, Milli Piyango, üzerinde Cumhuriyet Gazetesi, Trakya Şarküteri, Hacı Bekir, topu havaya dikmiş 0-1-2 Spor-Toto, Menekşe Mağazası, Fulya Oyuncakçısı, Kamelya Çiçek, Emek Kuruyemişçisi, Ali Nazmi Pasajı köşesinde İstanbul Eczanesi, alt katında Sağyaşar Plak, yaşlı karı kocanın oyuncakçı dükkanı, dışarıda Erenköy Manavı, Sakarya Caddesi'nde Şefik Goralı'nın Goralı'sı, Köroğlu Şarküteri, Bilgi Kitabevi, Tarhan Kitabevi, Sergen Pastanesi, Derya Mağazası, onun yanında, hala faal olan Foto Güzel, şimdi Soysal Han'ın olduğu köşede bahçesindeki masalarıyla Restoran Cevat, Ziya Gökalp Caddesi köşesinde Ulus Sineması, Flamingo, Penguen pastaneleri şu anda çocukluğumdan hatırlayabildiklerim. Mahmut Macit'in benzincisinin tam karşısındaki "Sandviç" ise daha sonraki dönemlerde açılmıştı. Burada ara verelim ve bir başkent, elinden geldiğince simgelerini korumalıydı. Ama nasıl koruyamadı öyküsünü gelecek yazıda okuyalım.
SÜRECEK