8 Mart Dünya Kadınlar Günü…

8 Mart 1857 tarihinde, Amerika Birleşik Devletleri’nin  New York kentinde, 40 bin dokuma işçisi “eşit işe eşit ücret, çalışma saatlerinde azalma yapılması ve doğum izni sağlanması” başta olmak üzere hak  temelli  bir grev başlattı. Grev sırasında  fabrikada yangın çıktı. Fabrikaya kilitlenmiş olan kadınlardan 129 tanesi yangın nedeniyle can verdi.

Kayıtlara göre,  8 Mart Dünya Kadınlar Günü, ilk kez, 1911 yılında, Almanya, Avusturya, Danimarka ve  İsviçre’de kutlandı veya anıldı.  Tarihçiler eksik yazmıyorsa, 8 Mart’ın özel bir gün olmasını, Alman politikacı ve kadın hakları savunucusu Clara Zetkin (1857-1933) ve Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Polonya’da dünyaya gelen, daha sonra Alman yurttaşı olan  ve katledilen filozof ve ekonomist Rosa Luxemburg (1871-1919) isimli iki kadın önerdi.

Çok ilginç, Rosa Luxemburg, New York kentinde 8 Mart 1857 tarihinde yaşanan ve insanın tarihinin utanç verici sayfaları arasında yer alan kadın katliamlarına ve  kadına yönelik şiddete karşı çıkarken, yine utanç verici bir kadın cinayetiyle, suikastle öldürüldü. Öldürülüş biçimini ve cansız bedeninin bir köprüden atılmasını okuduğumda kalbim bu acıya, bu ayıba, dayanmakta çok zorlandı.

Bu bilgilerle ilgili bir kaynakça göstermem gerekirse,  “Google”. Yazılı kaynaklar da var elbette.

İnsanlık tarihi demiyorum, insanın tarihi, kadınların, annelerin katledildiği, kanlarının ve gözyaşlarının döküldüğü sayısız vahşet örnekleriyle dolu.

Yakın bir örnek verebilirim, hepiniz yaşıyorsunuz.

Silahlı bir şiddet  yapısının İsrail’e karşı başlattığı kanlı saldırıya, İsrail 7 Ekim 2023 tarihinde ağır silahlarla karşılık verdi. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi uluslararası örgütlerin  bulunduğu bir çağda, İsrail’in saldırılarında ölenlerin sayısı 30 bini geçti. Ölenlerin çoğunluğu anne, kadın ve çocuk.

Günümüzde de, annelerin, kadınların kanlarımım ve gözyaşlarının akması sürüyor. 8 Mart 1857 tarihinde 129 kadının can verdiği vahşeti düşünebiliyor musunuz, evlerine ekmek götürmek için işlerine umutla giden ve haklarını arayan kadınlar yanarak, ezilerek veya dumandan boğularak öldürüldüler, evlerine dönemediler.

Gazze’de ise vahşete kurban gidenlerin sayısı on binleri aştı. Acı, ayıp, utanç.

Bu utanca karşın, devlet başkanları, cumhurbaşkanları, başbakanlar, senatörler, milletvekilleri sadece demeç veriyorlar, yaşamlarını sürdürüyorlar. Hatta karşı görüşteki siyasetçileri, hukukçuları, gazetecileri, yazarları, sanatçıları, sendikacıları, hiçbir insana yakışmayan sesleri ve gözleri ile sanki nefret denizinde boğmak istiyorlar.

1857 ayıbı, ondan önceki savaşların, fetihlerin, işgallerin, kıyımların ayıbı, daha sonraki Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının utancı, Orta Doğu, Afrika, Kuzey ve Güney Amerika, Asya ve Avrupa’da milyonlarca insanın, hayvanın dökülen kanları, gözyaşları.

Kadına, anneye yönelik şiddetin anılması, dersler çıkarılması, önlemler üretilmesi için sadece 8 Mart yeter mi? Barış için 1 Eylül kutlamaları veya anmaları yeterli mi?

Niye kutlama kelimesi kullanılıyor çoğunlukla? 8 Mart 1857 ve örnek olarak verilebilecek diğer vahşetler kutlanabilir mi?

 Rosa Luxemburg, 15 Ocak 1919 tarihinde Berlin’de, Karl Liebknecht ile birlikte  katledildi. 15 Ocak’ta acaba Almanya’da, Polonya’da veya başka bir ülkede anma etkinliği düzenleniyor mu, merak ederim.

8 Mart ve diğer vahşet günlerinin kutlanacak hiçbir niteliği olamaz. Umarım, 2024 yılının  8 Mart’ında ve sonrasında hiçbir kadın, hiçbir anne şiddet görmez, canından olmaz, gözyaşı dökmez.

Böyle günler, artık kan ve gözyaşının dökülmemesi için, kadın-erkek ayırımı yapılmaksızın, insanların dayanışmasının öneminin değerlendirildiği etkinliklerle yaşanmalıdır.

Yazımı “Anneler ve Gözyaşları” isimli kitabımın kapağındaki başlıklarla sürdürüyorum.

“Sevgi, saygı, hoşgörü, dostluk ve barış için her zaman ve her yerde birlikte olmalısınız. İnsana, hayvana ve çevreye yönelik şiddete, acılara ve gözyaşlarına sizler son verebilirsiniz.”

Psikolojik Danışman ve Rehber Öğretmen, yazar Şule Özcan,  yazdığı “ONLAR BİRER ÇİÇEK Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Üzerine” isimli kitabında çocukların birer çiçek olduğunu dile getirdi.

Gerçekten çocuklar birer çiçek. O çocukları dünyaya getiren anneler, kadınlar, babalar da birer çiçek. Aslında “iyi” insanlar birer çiçek. “İyi” olmayanları, “iyi” yetiştirilememişleri  “iyileştirebilecek veya “iyileştirmesi gereken tüm insanlar birer çiçek.

İnsanların, tüm canlı cansız varlıkların, yazıda değinilen acıları ve benzerlerini değil,  birer çiçek halinde yaşadığı, silahsız ve şiddetsiz bir Dünya’nın, yerin üstündeki gerçek cennetin hayali, umudu ve dileğiyle haydi, her yerde ve her zaman birlikte, dayanışma içinde…

Onlar, iyiler birer çiçek…Sadece 8 Mart yetmez.