Prof. Dr. Anıl Çeçen’in zoom programına katıldım. Daha sonra da Sosyal Demokrasi Derneği’nin bir paneline. İkisi de çok yararlı geçti.

Prof. Dr. Anıl Çeçen’in zoom programına katıldım. Daha sonra da Sosyal Demokrasi Derneği’nin bir paneline. İkisi de çok yararlı geçti.

Ziraat Mühendisi, gurur duyduğum dostlarımdan, demokrasinin ve şiddetsiz iletişimin örnek insanlarından Sami Doğan’ın Genel Başkanı olduğu Sosyal Demokrasi Derneği’nin Yönetim Kurulu üyelerini kutluyor, alkışlıyorum.

Genel Başkan Sami Doğan, Genel Başkan Yardımcıları Sahra Baydar ve Süha Akıncı, Genel Sekreter Ali Necati Koçak, Sayman Erdal Güreş ile Yönetim Kurulu üyeleri; Umur Çevrem, Mevlüde Dönmez, Serpil Ejder, Muratcan Işıldak, Canip Kara, Kıvanç Kibar, Cengiz Onur, Haşim Özkoyuncu ve Kenan Paltun’un, şiddetin değil, sevgi, saygı, şefkat, hoşgörü, dostluk ve barışın yaşandığı, herkesin birbirinin tehlikesi değil güvencesi olduğu, çocukların, gençlerin kanlarının, annelerin gözyaşlarının akmadığı Türkiye ve Dünya için iz bırakan katkılarına yenilerini ekleyeceklerine inanıyorum.

İki çok değerli etkinliğe katılanların sayısı, ilgisi ve katkıları bana çok umut verici geldi. Ancak, umut, beklenerek değil, herkesin elinden gelen akılcı, vicdanlı ve şiddetsiz çabaları ile korunabilir, insana yakışır hedefler gerçekleştirilebilir.

Prof. Anıl Çeçen, Türkiye ve Dünyanın karşı karşıya kalabileceği, daha etkili bir şekilde söylemek gerekirse, yaşayabileceği onarılması hemen hemen olanaksız, sonuçları kan ve gözyaşını artıracak tehlikeleri anlatırken Türkçe’nin güzel kelimelerin kullandı.

Kimseyi ötekileştirmedi, şiddet etkisi yaratacak şekilde kimseyi suçlamadı. Tanıdığım, yapıtlarını okuduğum ve bazen de izlediğim Anıl hocamız, birkaç siyasetçinin, tüm uyarılarımıza karşın ağızlarının saçtığı ağır anlamlı kelimeleri kullanmadı. Üstelik, Dünyayı ve ülkemizi kötü bir şekilde değiştirebilecek olası tehlikeleri paylaşırken, bir anlamda insan soyunun yaşayabileceği tarihin en ağır felaketlerinden söz ederken bile çok nazik ve ışık saçıcı idi.

Amerika Birleşik Devletleri, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Güney Amerika, Pakistan, Hindistan, Orta Doğu ülkeleri, Dünyanın başka yöreleri ve Türkiye için dile getirdiği tehlikeleri, kaygıları dinlerken, içimdeki korkular arttı.

Sayın Prof. Anıl Çeçen, “Anneler ve Gözyaşları” isimli kitabımda yazdığım bir korkuya da değindi. Çeçen hocamız, Silahlı şiddet çeşitlerinin uzaya, gezegenlere de taşınabileceğini belirtti. Düşünebiliyor musunuz korkunçluğu, tüm evrenin kan ve gözyaşı ile ıslanmasını. Tanrı aşkına, insanlar arasında bu kadar vahşi nasıl büyütülüyor, nasıl yetiştiriliyor ve asıl korkunç gerçek, bu vahşiler nasıl yetkilendiriliyor?

Bakınız “dünyaya nasıl geliyor” demiyorum bu insanlar için. Bebeklikten bu canavarlığa nasıl geçilebiliyor? İnsan soyu dünün bebeklerinin canavarlaşmasına, insan yetiştirme politikasını değiştirerek, geliştirerek engel olmalıdır, olmak zorundadır, olabilir.

Yukarıda saymaya çalıştığım topraklarda, çıkarlara ve yalanlara dayalı dinsel inançlar, bir küçük kesimin, genelde silahlı güçlerin güvencesi ve demokrasi dışı yazılı veya yazısız kuralların etkisi ile kurumlaştırılan ve korunan ekonomik adaletsizlikleri yetmezmiş gibi silahların konuşmasının yaygınlaşacağını bir bilim insanının ağzından duymak çok ürkücü.

Evet, yüz yüze ve göz göze konuşulmasını savunan bir insan olarak, zaten konuşan, dahası vahşi insanlar tarafından konuşturulan silahların yaygınlaşacağını duyunca, korkularımın artmaması olası mı, elbette hayır.

Sadece iki kızım, iki torunum, ailem, yakınlarım, arkadaşlarım, dostlarım için değil, ülkemdeki ve diğer ülkelerdeki insanlar için kaygılandım. Korktum. Sadece insanlar için mi, hayır, hayvanlar, hayvanların yaşaması için gerekli olan, su, toprak, hava, çevre, doğa için. Dahası da var.

Doğmamış çocuklar ve canlılar için.

Prof. Dr. Anıl Çeçen’i, bu kadar büyük ölümcül tehlikelerden söz etmesinden dolayı alnından öpüyorum. İnanın, söz ettiği tehlikelerin, olasılıkların bir bölümünü zaman zaman düşünürüm. Çünkü, Dünyadaki silahlı güçlerin ve çetelerin eylemlerine baktıkça, düşünmemek elimde değil. Şiddetsiz iletişimi değil, şiddetli, silahlı hareketleri yeğliyorlar. Üstelik ağır veya hafif silahlar kullanıyorlar. Aslında silahlar, ağır veya hafif diye nitelenemez diye düşünüyorum. Doğru mu, tam bilemiyorum. Algıya bağlı sanki. Can alan, kan döken, annelerin, canlıların gözyaşlarına neden olan silahların tümü ağırdır, kanımca.

Sosyal Demokrasi Derneği’nin panelinde ise, bu kez Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu 3. Dünya Savaşı’ndan söz etti. Yapıcı bir dille.

Yıllardan beri birçok etkinlikte, kendisini izlediğim bir insan Prof. Kalaycıoğlu. Panelde, sorular ve katkılar bölümünde söz aldım. Kendisine “Ne yaptınız Ersin hocam” dedim.

Sonra, 3. Dünya Savaşından, su savaşlarından söz etmenin insan soyunun ayıbı ve utancı olduğunu, ancak bunu dillendirenlerin değil, böyle ortamları yaratanların utanması gerektiğini ve Ersin hocamızın da alnından öptüğümü söyledim.

Ayrıca, ülkemdeki ve Dünyadaki annelere “Çocuklarınızın kanlarının, sizlerin gözyaşlarının dökülmesine daha ne kadar dayanabileceksiniz. Hep birlikte mutlaka bir şey yapmalıyız, yapmalısınız. Bunun için ülkemdeki annelerin önderlik yapmalarını bekliyoruz ve öneriyoruz” dedim.

Gerçekten, Sosyal Demokrasi Derneği’nin panelinde konuşmacılar ve katılımcılar arasında anneler de vardı. Neredeyse haykırışım anneler yüreklerinde duydu mu, içlerinden şiddete karşı şiddetsiz tepki yöntemleriyle “Ben varım” diyecek anneler çıkacak mı bilemiyorum. Bir de, anneler başta olmak üzere, örgütlü veya örgütsüz insanlar daha ne bekliyor, kimden veya kimlerden neyi bekliyor?

Gerçekten bu dünyada, iyi yürekli, vicdanlı, lokmasını olmayanlarla paylaşacak, ve demokrasiyi adaleti sağlayacak, açlığı, yokluğu, öldürmeyi, öldürülmeyi ortadan kaldıracak insan sayısı, “iyi”leştirilmesi gerekenlerden çok çok fazla.

Peki, neden, çok az sayıdaki “iyi”leştirilmesi gereken insan, çok çok sayıdaki iyi insanları mutsuz ediyor, şiddetin her türlüsünü uyguluyor? Dünya hapishanelerinde çok sayıda suçsuz, dışarıda özgürce yaşayan çok daha fazla sayıda suçlu insan neden var?

Demokrasi ve özgürlük alanında umut verici örnekler yaşayan bazı ülkelerde, neden, demokrasi ve özgürlük karşıtı siyasal partiler hükümette veya hükümet ortağı? Bunlar nasıl seçim kazanabiliyorlar, onları seçenler, hükümetlerinin kendi yurttaşlarına acılar çektirmesine, başka ülkelerde silahlı güç bulundurmasına, işgalci olmasına, denizleri, okyanusları, gölleri, dağları, ovaları, çölleri yaşanamaz hale getirmesine nasıl karşı çıkmıyorlar.

Büyük çoğunluğun, az sayıdaki insanın acımasız baskısı, ölümcül şiddeti altında yaşamaya razı olduğu, sandıkta veya ortak alanlarda şiddetsiz yöntemlerle karşı çıkmadığı bir dünyada, korkmak, kaygılanmak, üzülmek ve suçlular, vahşiler arasında olmadığım halde utanmak, benim için taşınması çok kolay olmayan yükler oldular.

Yaşadıkça bu yükü taşımayı ve bu duyguların yaşanmadığı bir dünya için gönüllü ve şiddetsiz katkılar vermeyi sürdüreceğim. Bu nedenle, annelere “Haydi sevgili anneler, her yerde ve her zaman, birlikte ve şiddetsiz hareket etmelisiniz. İyi yürekli babalarla birlikte. Sizler olmadan asla” demeyi sürdüreceğim.

Sizler olmadan asla.