80 yıla yaklaşan ömrümün 60 yıldan fazlasında, hemen hemen ülkemin tüm yörelerini gördüm. Cumhuriyet öncesi, farklı inanç, ırk, dil ve kültürlerin kazandırdığı yapıtları da.
80 yıla yaklaşan ömrümün 60 yıldan fazlasında, hemen hemen ülkemin tüm yörelerini gördüm. Cumhuriyet öncesi, farklı inanç, ırk, dil ve kültürlerin kazandırdığı yapıtları da.
Önce profesyonel bir futbolcu olarak, Altındağ, Adanaspor, Petrolofisi, Toprakspor ve Hacettepe kulüplerinde oynarken, çok genç yaşta, evimiz dediğim Türkiye’min birçok güzel yöresini yaşadım. Örneğin ilk kez İstanbul’a, İzmir’e, Adana’ya, Mersin’e, Antalya’ya, Bursa’ya, Manisa’ya, Aydın’a, Denizli’ye, Konya’ya, Balıkesir’e, Bandırma’ya, Edirne’ye, Sakarya’ya gittiğim anları hiç unutamam.
Sonra, Ankara’da, Rüzgarlı Sokağın, Ankara basınının kutsal alanı olduğu dönemlerde, Yeni Tanin ve Adalet gazetelerinde spor gazeteciliği yaptığımda ülkemin farklı yerlerine gittim.
1972-80 yıllarında Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayın Tanıtma Müdürlüğünde memur, müdür yardımcısı ve Bakanlık Basın Danışma olduğumda yine ülkemin birçok kentini, ilçesine, yöresini tanımak fırsatı yakaladım.
1974-1995 yılları arasında da sporda demokrasi hareketini başlattıktan sonra, Ankara Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu ve Türkiye Amatör Spor Kulüpleri Konfederasyonu Genel Başkanlığı dönemlerinde ülkemi daha yoğun bir şekilde görmek, tanımak talihine erdim. Sonrasında da Türkiye Gençlik Birliği Derneği ve Türkiye Gençlik Federasyonu Genel Başkanlıklarında, yine gönüllü olarak birçok ilde, ilçede ve hatta köyde, bu kez insan hakları, hayvan hakları ve çevre hakları konusunda daha bilgili, daha ilgili ve daha duyarlı olarak bulundum, kısa kısa süreler için.
Türkiye Gençlik Birliği, Türkiye Gençlik Federasyonu ve şimdilerde de Şiddetsiz Toplum Derneği Başkanı olarak farklı yörelere gittiğimde, kentlerde ve kırsal alanlarda, çevre ve temizlik konularını çok yakından gözlemledim.
Halkın, kamu, yerel, özel ve gönüllü kuruluşların neler yaptıklarını öğrenmek istediğimde sokakları, kırsal alanları, köy meydanlarını, parkları, oyun alanlarını ve binaların bahçelerini daha özenle inceledim. Aslında çok özene de gerek yok. Herşey çok kolay görülüyor. Halkın içindeki çok sayıda insan bu ülkeyi küllük ve çöplük olarak kullanıyor.
Milyonlarca göçmenin, sığınmacının ve sayılarını bilemediğimiz kaçağın da bu toprakların küllük ve çöplük olmasına katkılarını görmekten dolayı çok üzgün ve endişeliyim. Bu tanıma giren insanların ülkemizin sosyal yaşantısına, kültürel yapısına, güvenliğine, demokrasiye ve zaten çok zayıf olan örgütlü ve şiddetsiz iletişim konularına verdikleri zararlar düşünüldüğünde, algılandığında endişelerin çoğaldığını ve korku haline geldiğini söylemek mümkün. Geleceğimiz, çocuklarımız, torunlarımız ve sonrası kuşaklar için.
Nereye gittimse, Türkiye’nin küllük ve çöplük olarak kullanıldığı konusundaki gözlemlerimin olumsuz etkisi çoğaldı. Marmara, Karadeniz, Doğu Anadolu, Güney Doğu Anadolu, Akdeniz, Ege ve İç Anadolu ayırımı yapmaksızın, küllük ve çöplük olmayan ilimiz, ilçemiz, köyümüz, yaylamız, meramız, sokağımız, caddemiz, parkımız, spor alanımız, iş yeri, okul, üniversite, hatta hastanemiz kalmadı desek çok abartmış olmayız. Darılmak yok. Ülkeme “Evim” diyen bir insana darılmak için hiçbir neden bulunamaz. Türkiye’yi küllük ve çöplük olarak kullananlar çok sayıda. Halkın içinde, insana, hayvana ve çevreye yönelik şiddet çeşitlerini üretenleri eleştirmekle yetinemeyiz. Bakanlıklar, yerel yönetimler, muhtarlıklar, gönüllü kahramanların bulunduğu demokratik kitle örgütleri (STK) ve basınımız, bir ülkenin küllük ve çöplük olmaması için gerekenleri yapabiliyorlar mı, diye sormalıyız.
Kamu ve yerel yönetimlerle eğitim kurumlarının, üniversiteler dahil, sınıfta kaldıkları kanısındayım. Hatta bir alt sınıfa düştükleri.
7 Ağustos 2022 Pazar. Kocaeli ve Sakarya valiliklerini, belediye başkanlıklarını ve Sapanca başta olmak üzere bazı ilçe belediyelerini çok ilgilendiren gözlemlerimi, dost dili köşesine yakışır düzeyde paylaşmaya çalışacağım.
Bir kez, bir bölümü Kocaeli, bir bölümü Sakarya illerinin sınırlarında kalan Sapanca bölgesi, sahil kesimi dahil, Kartepe’nin gidebildiğim yerlerinde, Maşukiye Merkezinde, Kocaeli Büyükşehir Belediyemizin 2014 yılında başlattığı “Ormanya-Doğal Yaşam Parkı” Projesinin uygulandığı topraklarda, ırmaklarda, küçük göletlerde, küçük su birikintilerinde gördüğüm çöpler, izmaritler içimi sızlattı. Ancak gördüklerim hiç de yabancı değil. Yer ismi vermeden söyleyeyim, hangi il, ilçe ve köye gitti isem hepsinde aynıları vardı. Sigara izmaritleri, cam, teneke, plastik, kağıt ve benzeri maddelerden oluşan atıklar. Atan; kadın veya erkek, çocuk, genç veya erişkin, insan (!).
Bu yazıda, Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Tahir Büyükakın’a, Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Ekrem Yüce ile Sapanca Belediye Başkanımız, gururla belirteyim, sporcu ve spor yöneticilerimizden Sayın Özcan Özen’e saygı ve dostlukla önerilerim olacak.
Maşukiye Merkezdeki ATV (All Terrain Vehicle- Her araziye, tüm arazilere uygun araç) safari turlarının hareket ve bitiş noktası, kentin dışına çıkarılmalı. Ancak, ormanlık alanlara doğru değil. Çünkü, özellikle tatil günleri, kenti, gürültü, çöplerin, daha doğrusu insanın(!) ürettiği çöplerin yarattığı kirlilik ve kargaşa içinde bırakıyor. Durumun, insanın psikolojik ve bedensel sağlığını da bozduğu kanısındayım. O araçları kullananların, o kargaşa içinde nasıl mutlu olduklarını, nasıl tat aldıklarını merak ederim. Yakınlarındaki insanlara, hayvanlara rahatsızlık verdiklerini, onları tedirgin ettiklerini nasıl algılayamazlar, hayret.
Safari turlarının başlangıç ve bitiş yerlerini kent dışına çıkarmak, kırsal kesimi ve ormanlık alanlarını etkilemez mi, oralarda, doğal ortamlarında yaşayan, yaşamaya çalışan her tür hayvanın güvenliğini tehlikeye atmaz mı, onların korkularını artırmaz mı, su ve gıda kaynaklarına ulaşmalarını zorlaştırmaz mı, onları göçe mecbur etmez mi?
Yakılarak veya kesilerek yok edilen ormanlık alanlara yapılan otellerin, evlerin, açılan yolların hayvanlara verdiği insafsız zararları, bu zararların insana dönük yönlerini kaç kitaba sığdırabiliriz? O zaman, vahşi, doğadaki hayvanların bazıları mı, yoksa her yerde yaşayan insanlar mı diye sormak gerek. Elbette insan.
Ormanya’daki Orman Kütüphanesi, tasarım, içerik ve elbetteki görüntü olarak harika. Ormanya’yı, bu kütüphaneyi kim önerdi, tasarladı ve hazırladı ise isimleri Parkın uygun yerlerinde yaşatılmalı. Bu, tarihe ve o insanlara karşı da bir ödevdir.
Ormanya’daki Evcil Hayvan Oteli, düşünce olarak elbette iyi niyete dayalı. Hayvanlar, sahiplerinin Parktaki programına bağlı olarak, orada ne kadar kalırlarsa kalsınlar, bilinsin ki, onlar için otel değil, tutukevi, hapishane. O evin, bağışlasınlar, hayvanlar için şiddet etkisi yarattığı kanısındayım. Orada olduğum dakikalarda, bunun yaşandığını gördüm inanın. Bu nedenle, tasmalar, kalın duvarlar, tel örgüler, zincirler, büyük küçük kafesler, hayvanat bahçeleri, havuzlar, yapay tırmanış tahtaları, yapay ağaçlar, taşımalı su havuzları ve hayvanların ticaretini, ana yurtlarından, denizlerden, okyanuslardan koparılıp başka ülkelere teslim edilmesini ağır şiddet örnekleri olarak algılıyor ve dillendiriyorum.
Parktaki hayvanat bahçesinde, başka bölgelere göçerken düşen veya indikten sonra bir daha ailesine katılamayan leyleklerin yaşatılması için yapılanlar da çok güzel. Ancak, keşke başka çözümler bulunabilse. Yok mu acaba?
Hayvan Oteli veya Hayvanat Bahçesindeki büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar, çevrili alanın dışındaki dünyayı görebiliyorlar, algılıyabiliyorlar. Çevrili alanların dışına çıkıp doğalarındaki koşma yetenek ve isteklerini yerine getirmek için nasıl çaba gösterdiklerini üzülerek izledim.
İnsanlık tarihi kavramına hep karşı çıkarım. İnsanlık değil, insanın tarihi. Şiddet bitince başlayacak gerçek insanlık tarihi. Şiddetin bitirilmesine önce hayvanlardan başlamalı insan soyu.
Maşukiye’de küçük akarsulara, su birikintilerine, Ormanya’daki yeşilliklere ve sulara, Sapanca’da, sahildeki yığma kayalıklara, yeşilliklere, sokaklara insanların (!) attığı çöplerin yüreğimdeki etkisi, kanatmayan, öldürmeyen kurşunlar gibi. Oturduğu yerli kirleten, Güney sınırlarımızın ötesinden geldiğini sandığım, üstelik Türkçe bilmeyen genç bir kadını uyarmak zorunda kaldım.
Sevgili Belediye Başkanlarımıza, temizleme politikalarını, yer ve zamanlarını gözden geçirmelerini, emekliler dahil gönüllü insanları, yörelerindeki gönüllü kuruluşları (STK) da sürece katmalarını, yetmez, yerli veya yurt dışından gelen gezgincileri, iş yerlerini, dahası sokaktaki herkesi düzenli bir şekilde uyarmalarını ve bir davranış değişikliği için sabırla hareket etmelerini, gerekirse uyarı ve maddi ceza işlemleri başlatmalarını öneriyorum.
Zaman zaman herkesin katılabileceği programlar düzenledikleri takdirde, hiçbir katkı beklemeden arkadaşlarımla Ankara’dan katılmaktan onur duyarız.
Dikkat ederseniz, belediyelerimiz, belediye başkanlarımız diyorum. Ülkemin sınırları içindeki tüm belediyeler, yönetimleri hangi partide olursa olsun, bizim belediyelerimiz, başkanları da, partilerine bakmaksızın, bizim belediye başkanlarımızdır.
Haydi bizim belediyelerimiz, haydi bizim belediye başkanlarımız…İnsana, hayvana, çevreye şiddetin yaşandığı Türkiye için değil, daha temiz, daha yeşil, daha huzurlu, sevgi, saygı, hoşgörü ve dostluk dolu Türkiye ve Dünya için…