Keşke, dünyanın ve evrenin milyonlarca yıl önceki görüntüleri olsaydı. Nereden nereye gelindiğini anlayabilseydik, maliyeti yüksek ve çok zaman gerektiren bilimsel araştırmalara gereksinim duymadan öncemizle bugünümüzü kıyaslayabilseydik. Güzelden, güzel diyemeyeceğimize, doğaldan yapaylığa, temizden kirliliğe, sevgiden şiddete, hatta şiddetten vahşete nasıl gelindiğini biraz olsun görebilseydik.

Keşke, dünyanın ve evrenin milyonlarca yıl önceki görüntüleri olsaydı. Nereden nereye gelindiğini anlayabilseydik, maliyeti yüksek ve çok zaman gerektiren bilimsel araştırmalara gereksinim duymadan öncemizle bugünümüzü kıyaslayabilseydik.

Güzelden, güzel diyemeyeceğimize, doğaldan yapaylığa, temizden kirliliğe, sevgiden şiddete, hatta şiddetten vahşete nasıl gelindiğini biraz olsun görebilseydik.

Dünyamızın, güzelliğe gelemediğini, hepimizin görmesi, bunun sorumlusunun insan soyu olduğunu algılaması ve dillendirmesi gerek.

Peki, insan soyunun hangi kesimlerinde daha çok sorumlu vardır? O kesimlerin tüm insanları değil elbette.

Siyasetçiler mi? Evet…Bilim insanları mı? Evet…Hukukçular mı? Evet…Mimarlar, mühendisler mi? Evet…İş insanları mı? Evet… Kamu görevlileri mi? Evet…Yerel yönetimlerdeki yetkililer mi? Evet…Bu alanlardaki ulusal ve uluslararası örgütler mi? Evet…Halklar mı? Evet…Kadınlar, erkekler, gençler, her yaştaki insanlar mı? Evet…

Birkaç satır önce belirttim, bu kesimlerin tüm insanları sorumlu değil, gelinen korkutucu ve mutsuz edici durumdan. Çünkü, ağır silahların üretimine, işgallere, fetihlere, insana, çevreye ve hayvana yönelik her türlü şiddete, şiddetsiz yöntemlerle karşı çıkan siyasetçiler, bilim insanları, hukukçular, mimarlar, mühendisler, iş insanları, yerel yöneticiler, halklar, her yaştaki kadınlar, erkekler ve gençlerin sayısı, gelinen duruma neden olanlardan çok çok fazla.

Bir anlamda iyiler, “iyi”leştirilmeleri gerekenlerden çok fazla, ancak yeterince örgütlü, yetkili ve etkili değiller.

Ne yazık ki sadece ülkemizde değil, birçok ülkede, iletişim, örgütlenme, demokrasi, adalet ve güvenlikle ilgili yetersizlikler, engeller ve sorunlar ilk sırada. Hatta, ilk sıradaki sorunlar, diğer sorunların çözülemeyişinin de nedenleri. Çünkü sorunu üretenler güçlü, örgütlü, paralı, silahlı, yetkili ve etkililer. Sorunu engellemesi ve çözmesi gereken kesimler, genelde örgütsüz, gücünün değerinin farkında olmayanlar, etkisizler. Sorun insanda, çözüm de insanda.

Kar, yağmur, su, hava ve toprağı sevmeyen olamaz. Çünkü, yaşamamızın olmazsa olmazları. Peki, nasıl oluyor da, onlarsız yaşanamayacağını bilen insan soyu, kar, yağmur, su, hava ve toprağa şiddet uyguluyor.

Beton ve asfaltın, özellikle bazı yerleşim yerlerinde, yeşilden daha fazla olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Yüksek binalar, bu ve diğer binalardan, fabrikalardan çıkan gazlar havaya, kirli sular akarsulara, denizlere, çöpler ve insan eliyle atılanlar topraklara tam bir şiddet. Dere, ırmak, nehir ve deniz kenarlarına yapılan beton veya taş duvarlar da şiddet. Tatlı suya ulaşamayan doğadaki hayvanlara, su ile arasında insan eliyle duvar örülen topraklara da şiddet. Ve sel diye tanımlanan suların etkisi ile yıkılan duvarlardan, binalardan önce asıl suya şiddet.

Kar ve yağmur, yerleşim yerlerinde, çoğunlukla toprağa kavuşamıyor. Toprağı besleyip buharlaşması ve yeniden havaya yükselmesi engelleniyor. Toprağın üstünü örten geniş beton ve asfaltların üstüne iniyor kar ve yağmur. Oradan da kirli suların aktığı yer altındaki kanallara gönderiliyor. Lağım diye bildiğimiz yerlere karışıyor.

Ağaçların yaprakları ve dökülen meyvelerinin sonlarına bakar mısınız. Kentlerde betona, taşlara dökülüyorlar. Toplanıp büyük çoğunluğu çöplüğe gidiyor. O yapraklar ve meyveler, köklerle buluşup döküldükleri ağaçlarının canlarına biraz olsun yeniden katılmayı başaramıyorlar. Kimlerin yüzünden? Betonu üreten, taşları döşeyen insanlar yüzünden. Her yaz, kentlerde, kaldırımlardaki betonlara düşen yapraklara, dut, kiraz, vişne ve diğer meyvelere çok üzülürüm. Onlarla ve hava ile buluşamayan köklere, topraklara ve altta kalan sürüngenlere de.

Sular, kimi zaman da, sel denilen güçlü bir birikime girerek, kendisine şiddet uygulayan insan soyunu cezalandırıyor. Sadece insan soyu mu zarar görüyor, hayır. Hayvanlar da ölüyor, ağaçlar da, çiçekler de, yeşil örtüler de olumsuz etkileniyor.

Kar ve yağmur suları sevdiği topraklara kavuşamıyor. Oysa, kar ve yağmur, toprakla buluştuğunda güzel, verimli, etkili. İnsan soyu, ne yazık ki tek engel.

Bu da toprağa yönelik bir şiddet çeşidi. Toprakla, sevdiği ile buluşamayan kar, yağmur ve kirletilen diğer sulara yönelik ağır bir şiddet.

Bir örnek daha. Ticaret, savaş ve turizm gemilerinin, teknelerinin, okyanuslara ve denizlere bıraktığı atık sular, binlerce yıl erimeyecek, erise bile oralardaki canlıları zehirleyecek ağır araçlar, gereçler, eşyalar, çöpler… İşte tuzlu sulara ve oralarda yaşayan canlılara ağır şiddet…

Hava, yabancısı olduğu gazlar ve dumanların etkisi ile canlıları, istemeden de olsa sağlıklarından koparıyor gibi görünüyor. Oysa sağlığı tehlikeye atan havanın kendisi değil, insan eliyle üretilen içindeki zehirli maddeler. Havanın kirletilmesi de havaya yönelik çok ağır bir şiddet.

Ağaç ve yeşil alan katliamları, maden ve insan soyunun özünü bozduğuna inandığım altın aramalarında ana örtüleri yok edilen, insan hatasından, hatta insanın tasarlaması ile çıkan yangınlardan zarar gören ormanlar. Dengeleri bozulan dağlar. İşte taşa, toprağa şiddet.

Ülkemizde, çevre, kentleşme, tarım, orman, iklim değişikliği konularında yetkili bakanlıklar, genel müdürlükler, belediyeler, valilikler var. Üniversitelerde fakülteler, bölümler, enstitüler var.

Varlar da, neden havaya, suya ve toprağa bu denli insan şiddeti.

Bu yazıyı yazdığım dakikalarda, saniyelerde, üzüntü içinde, burada dile getirdiğim şiddet çeşitlerinin sürdüğünü düşündüm. İnsanın canını yakan bir düşünce özgürlüğü.

Türkiye başta olmak üzere, ülkeler, hükümetler, siyasal partiler, yerel yönetimler, üniversiteler, demokratik kitle örgütleri (STK), hatta Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği başta olmak üzere uluslararası kuruluşlar, kendilerini sorgulamalı, hızlı bir şekilde güncellemelidir. Savaşlar, kıyımlar, ağır ve nükleer silah üretimleri durdurulmalıdır.

Düşününce insan, şöyle bir sonuca ulaşıyor.

Hayvana, suya, havaya, toprağa, kar ve yağmura bu denli ağır ve vahşice şiddet üreten insan soyu, aslında kendisine yapıyor bu şiddetleri.

Ey insanlar, aranızda iletişim kurun, köyden kente bir araya gelin, tüzel kişilikli yapılarda örgütlenin, havaya, suya, toprağa, hayvana ve insana yönelik şiddete, şiddet yapmadan karşı çıkın.

Yağmur ve kar sularının sesine kulak, yürek verin. Onların ne demek istediklerini iyi algılayın, onların dillerini öğrenin. Sizlere daha nasıl öğretsinler dillerini, milyonlarca yıldır bizlere ders, kurs veriyorlar. Bu derslerde, kurslarda insanlar, hayvanlar, havamız, suyumuz ve toprağımız can veriyor.

Hem sesli, hem de işaret dili ile öğretiyorlar. Yaptığınız her türlü şiddet aslında sizedir