Trump’in 20 Ocak’ta başkan olması Ukrayna için bir belirsizlik unsuru olarak değerlendirilmekte. Başkan olduktan 24 saat sonra savaşın sona ereceğini vaat eden Trump'ın Ukrayna'nın toprak bütünlüğüne sadık kalmayacağı görüşü hâkim. Olası bir barış antlaşmasından da Ukrayna'nın Batı'dan uzak, tarafsız statüsünü kabullenmesi ortaya atılmakta. Pek çok kişi ise bu tür önerileri reddederken Ukrayna'ya tarafsızlık dayatmanın Rusya ile krize barışçıl bir çözüm getirmeyeceğini savunmakta.

 Ukrayna'nın şu anda içinde bulunduğu konum ile Finlandiya'nın Soğuk Savaş sırasındaki durumu arasında bazı yüzeysel benzerlikler mevcut. Ama daha önceki bir dönemin Finlandiyalaşma politikalarını taklit etme girişiminin Ukrayna için başarılı olacağını varsaymak yanlış olur.

 Pek çok kaynakta Ukrayna, Doğu ile Batı arasında jeopolitik bir tampon bölge işgal eden bir ülke olarak tasvir edilmekte, ama ilginç olarak yirmi yıl önceki 2004 Turuncu Devrimi'nden bu yana Avrupa-Atlantik entegrasyonunu takip ederek geçirmesi hatırlanmamakta.

 Ukrayna'nın Finlandiyalaştırılması, bir zamanlar Finlandiya'nın bağımsızlığını koruduğu için Ukrayna'nın hayatta kalmasını garanti edeceğini savunmak yanlış olur. Bugünün Ukrayna'sının sınırlarını koruma, ittifaklar kurma veya Rus saldırganlığına karşı kendini savunma becerisine ilişkin herhangi bir kısıtlamayı kabul etmesi de pek beklenemez. Aynı şekilde, Soğuk Savaş sırasında Finlandiya modelinin bir parçası olan türden iç siyasi uzlaşmaları dayatma girişimi, Ukrayna'nın demokrasisi ve Avrupa özlemleri için de çok tehlikeli olabilir.

 Ukrayna için doğru formülü bulmak elbette fevkalade zor ama belki de olası çözüm Soğuk Savaş dönemine değil de ötesine bakmakta yatıyor. Örneğin Finlandiya'nın 1991'den sonraki deneyime odaklanmak faydalı olabilir, zira son otuz yılda, Finlandiya'nın Batı dünyasına entegrasyonu, jeopolitik algıların zamanla değişebileceğini gösterdi. 1980’lerdeki Finlandiya imajı ile 2020’lerin imajı arasında çok büyük fark olduğunu söylemek mümkün. 

Sovyetler 1940’tan 1956’ya kadar Karelo-Fin bölgesine Birliğin 16.cı Cumhuriyet statüsünü verip genişleme fikrini savundular. Finlandiya'nın ilhak edilme düşüncesi bir seçenekti ama 1960’lardan sonra daha ılımlı politikalarla ikili ilişkiler aşırı tehditkâr olmaktan uzaklaştı. Batı'ya göre Finlandiya ailenin parçası ama el uzatılamayacak bir İskandinav akraba olarak algılandı ve Sovyetlerle zirve toplantılarında ev sahipliği yapabilecek ender konumlardan birisi olarak işlev gördü. Sovyetlerden bir türlü kopamayan, mesafe koyamayan, her atılımını büyük komşununu tedirgin etmeyeceğine emin olduktan sonra yapan bir Helsinki, soğuk savaştan sonra coğrafyanın tek başına bir ülkenin kaderini belirlemediğini kesin bir şekilde kanıtladı.

Bugün Finlandiya hem Avrupa Birliği'ne - Ukrayna savaşından sonra da - hem NATO'ya katılmış ve Avrupa-Atlantik topluluğunun temel kurumlarına sıkı sıkıya bağlanmış bir ülke durumundadır. Bazıları bunun, savaş sonrası Ukrayna için faydalı, işe yarayabilecek çok daha iyi bir Finlandiya modeli olduğunu düşünmekte. Aslına bakıldığında Ukrayna'nın Rusya'nın saldırganlığına karşı verdiği mücadelesinde ne Finlandiyalaşma ne de tarafsızlık modelinin izleri var. Savaş sona erdiğinde ufukta ne toprak bütünlüğü ile NATO üyesi Ukrayna, ne de Finlandiyalaştırılmış bir Ukrayna olasılığı gözükmekte, ve tabii ki tarafsız bir Ukrayna Moskova tarafından elbette tercih edilmekte.