Netflix’te son son, soğuk, ironik İngiliz esprilerine katıla katıla gülerek, seyretmekte olduğum ‘Cunk on Earth/Yeryüzünün Pisliği’...
Netflix’te son son, soğuk, ironik İngiliz esprilerine katıla katıla gülerek, seyretmekte olduğum ‘Cunk on Earth/Yeryüzünün Pisliği’ dizisinin 3.epizotunda, aktarıcı İngiliz komedyen, aktör ve bu komedi dizisinin senaristi Diane Morgan, herkesle yaptığı gibi, Rönesans’ın Efendisi Rene Descartes’in “Cogito Ergo Sum/ Düşünüyorum Öyleyse Varım” özlü sözü üzerine gıcık tekerlemeler yapınca okuma sırasını bekleyen FELSEFE NEDİR? kitabına gitti elim…. BBK (Başucu Başvuru Kitabı) böyle bir şey olsa gerek. Orada Descartes’ın vecizeleri düşündürdü. Zaten Aydınlanma ve Rönesans çağları felezoflarının şeytanlıkları kişiye birşeyi, fikri veya düşünceyi, empoze etmek yerine onu ortaya atarak üzerinde düşündürmekte yatar. Kadıköy Maarif Koleji’nin unutulmaz edebiyat hocası Nedime hanım aynen böyle yapar… tahtaya bir cümle yazar, üzerine düşünüp hemen oracıkta kompozisyon yazdırtırdı. Mesela okul 66_67 yıllığına 17 yaşında, ÖzTürkçe yoğun, yazdığım “DÜŞÜNCELER ;“İnsan üzerine bir nen(şey)ler söylemek, deneme çiziktirmenin güç bir iş olduğu söylene gelir. Bana kalırsa onlardan biri olmak yeter de artar bile. Yılların getireceği değişik düşünce esintileri arasında, 20 yaşın başlangıcında ki insanı görüş açımı saptamış olmak yararı getirecek bana bu ak kağıt parçasına geçirdiklerim. Kişi her gün yaşamının bir başka parçasını geride bırakarak yaşadığı acun(dünya) üzerinde ve onun yaratıkları hakkında kendince, bilinçli ya da bilinçsiz, birtakım yorumlar yapıyor, yargılara varıyor, usunda en iyi varsaydığı yepyeni düzenler kuruyor. Böylece her insanın kendi acunu kendi içinde oluşmuş, düşlerine yerleşmiş oluyor. Ama bu geçici yaratılmış en iyi, en güzel düşünceler ve kuramların birlikte yaşadığımız gerçek acunun gidişini düzeltmede en ufak bir yararı olmuyor. Bunu nedeni ise, ayrıcasız, her ademoğlunun iç yapısına işlemiş olan benlik tutkusunda aramak gerekir. İşte altı çizilecek savım; Kişi yalnız kendini sever. Camus ne denli ‘utanılacak şey’ derse desin, bu kendi başına mutlu olmak yöntemini yeğlemiştir. Onu böylesine bir seçime iten doğanın ta kendisi olduktan sonra insanı suçlanmak anlamsız olur. Öyle ya, uzayda yer kaplıyor varlıklardan biri yok olmadan diğeri var olamaz. Bu çok kanıtlanmış doğa kuralının insan konu olunca da geçerliliğini koruduğu gerçeğini çoğunluk iyimserler görmemezlikten gelirler. Bunun böyle olduğunu görenler de yok değildir. Örneğin; ‘İnsanlar hayvanlar gibidirler. Büyükler küçükleri yerler, küçükler büyükleri sokarlar.’ Diyerek, insanı bütün hatları ile, kısaca gözler önüne seren bir Voltaire’de çıkmıştır. Yükselebilmek için ayaklar altına alınacak bir takım destekler olmalı. Gürültülü kalabalıklar arasında yapayalnız insanın desteği ise bir başka insan olacaktır. Ama diğerinin omuzları çökecekmiş, hiç sanmam ki ayakları üzerinde durmaya çabalayan yukarıdakinin dönüp de çökmekte olan omuzlara bakacak zamanı olsun. İki eylem kalmıştır yapacak. Ya eğilerek el atma çabasına girişecek ve en azından birlikte düşecekler, ya da son kez tüm ağırlığıyla sıkıca yaylanacaktır. Birinciyi gerçekleyecek insana rastladığını söyleyecek olanı, gerçeklere gözlerini yumarak bakmak alışkanlığını edinmiş ‘toz pembe görücü’ adı verilir ancak. Böyle birisi çıksa bile yaşama hakkını anında yitirecektir kuşkusuz. Çünkü acun ayakları üzerine yerleşemeyenleri ulayı(sürekli) alaşağı etmede. Ezilmemek için ezmekte, yok olmamak için yok etmede olan insanı eserip bezererek gözlere hoş gösterme çabası boş ve anlamsız oluyor. Gözlerini açarak, insanlığın kırıcı, hırçın, acımasız yüzünü, gerçek yüzünü düzeye çıkarmalı. Yalnız bu böyle kolay değil, çünkü alt yanı hepimiz insanız.”. Bunu ve dahasını ‘Dün söylediklerin bugünkülerle örtüşüyorsa doğrusun…
https://sonsoz.com.tr/dun-soylediklerin-bugunkulerle-ortusuyorsa-dogrusun/
yazımda bulabilirsiniz. KMK fırınında pişmiş, esiri aşkı olduğum Varoluşculuğun tohumları o rahleyi tedrislerde atılmıştı.. ERGENLİĞİMDE ERGİN (gelişimini tamamlamış, olgunlaşmış,yetişmiş) OLMUŞ, 18 yaşımda girdiğim Ortadoğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi 2. Üniversitem oldu…Üç çeyreklik olunca gerçeğimin ayırdına vardım… Sonra Latince nasıl söylenir bilemedim ama sürdürülebilir biçimde DÜŞÜNEREK VAROLDUM…
Kitabımıza gelecek olursak; “FELSEFE NEDİR?” sular seller gibi ezberlinesi, altı çizilerek okunası, notlar alınarak baş ucuna konulası bir kitap. Boş konuşan, gevezelik yapan, alakalı konu dışında aykırı konular konuşanları CAZ YAPMA…! diyerek sustururuz… Zamanımızın ünlü felsefecilerinden André Comte-Sponville, İletişim Yayınlarından çıkan ‘ Felsefe Nedir?’ ISBN 978-975-05-34041 kitabında bizim gibi kaba davranıp lafı ağza tıkmadan; Antikçağ̆’dan modern zamanlara, Platon’dan Nietzsche’ye, Descartes’ten Kant’a, felsefecilerin hep sorduğu… İnsan nedir? Ahlâk gerekli midir? Bilgi neye yarar? gibi bir çok sorunun izini sürerek felsefenin düşünme biçimini tartıştı… André Comte-Sponville kitabında felsefe tarihinde iz bırakmış önemli isimleri ve akımları; Ayrıca varlık, İnsan, Tanrı, Bilgelik, Erdem, Güzellik, Siyaset, Sanat gibi felsefi düşüncenin ana tartışma konularını sunuyor. Felsefeyi felsefe yapan şeyin ne olduğunu sorgulayıp buna kendi üslubunca yanıt veriyor: Felsefe herkes içindir ve herkes kendi bilgeliğine giden yolu arşınlar. “Felsefe, bilmekten ziyade düşünmek, açıklamaktan ziyade sorgulamaktır. Felsefe eldeki bilgilere ilave bir bilgi değildir; onlar hakkında, dolayısıyla bu bilgilerin sınırları, yani bilinmeyen hakkında bir tefekkürdür. Bilimden ziyade bilgeliği, bilgimizi artırmaktan ziyade bilgi üstüne düşünmeyi veya onu aşmayı hedefler.”