Yazımın başlığını yıllar önce TRT Ankara Radyosu’nda dinlediğim bir öyküden aldım. Aklımda kaldığı kadarıyla öyküyü sizlerle paylaşacağım.

“Çin’in kırsal bir bölgesinde yaşayan üç yaşlı kardeş vardır. Bunlar hemen her gün en iyi kendisinin gördüğünü iddia etmektedirler. Bir gün kasabanın mabedine bir tabela asılacağını duyarlar ve gidip rahip efendiye ne zaman asılacağını sorarlar. Rahip efendi ‘yarın sabah asılacak’ der. Bunun üzerine o tabelayı en önce kimin göreceği üzerine iddiaya girerler.

Akşam olunca en büyük kardeş olan Çang, herkes uyuduktan sonra, ben en yaşlıyım, belki iyi göremem der ve rahibin kapısını çalar. Rahibe tabelada ne yazacağını sorar. Rahip, ‘tabelada doğruluk yolunda bininci yıl’ yazacak der ve ekler, ‘yazının rengi sarı olacak.’ Çang amca teşekkür ederek gönül rahatlığıyla eve döner ve uyur.

Biraz sonra ortanca kardeş Çeng, ben biraz daha gencim ama küçük kardeşim benden iyi görebilir diye düşünerek rahibin kapısını çalar. Rahip, Çeng amca sormadan, tabelada doğruluk yolunda bin yıl yazacağını, yazının renginin sarı olacağını ve altının mavi bir çizgiyle çizileceğini belirtir. Çeng amca teşekkür ederek eve döner ve derin bir uykuya dalar.

En küçükleri olan Teng amca, en genç benim, belki de en iyi ben görebilirim ama emin değilim diye düşünür ve rahibin kapısını çalar. Rahip, Teng amcanın sormasına fırsat vermeden tabelada ne yazacağını, yazının altının mavi bir çizgiyle çizileceğini ve sağ alt köşede tabelayı yazanın adı olacağını söyler. Teng amca da eve döner ve derin bir uykuya dalar.

Sabah olunca üç kardeş yüzlerini yıkamak için birlikte evin önündeki çeşmeye gelirler. Çang amca gözlerini kısarak mabede bakar ve gördüm, tabelada sarı renkte doğruluk yolunda bininci yıl yazıyor, der. Çeng amca evet evet der, öyle yazıyor ama altını da mavi bir çizgiyle çizmişler, der. Teng amca da doğru söylüyorsunuz, hatta sağ alt köşede de tabelayı yazanın adı var, diyerek onlara katılır.

Önce ben gördüm, hayır ben gördüm tartışmalarını işiten rahip efendi tartışmayı sürdüren kardeşlerin yanına gelir. Ne olduğunu sorar. Tek tek olayı anlatırlar. Doğru olup olmadığını rahibe sorarlar. Rahip üçünün de doğru söylediğini ama tabelanın henüz asılmadığını söyleyerek tartışmayı sona erdirir.

Bu öyküyü neden yazdığımı soracaksınız? 

Benim de başıma böyle bir olay geldi. Çoğunuzun da başına geliyordur. İlk kitabım olan “Köşede Kalmasın” basım aşamasındayken bir arkadaş grubuyla karşılaştım. Aralarında hiç tanımadığım iki kişi daha vardı. Bir arkadaşım kitabımın nasıl gittiğini sordu. Ben de fena değil dedim.

Tanımadığım iki kişiden biri, ben kitabı okudum, pek öyle başarılı bir kitap değil dedi. Diğeri de onu destekleyerek uzun uzun kitapta bulunan hatalardan bahsetti. Ama dediği şeylerin hiçbiri kitabımda yok idi.

Arkadaşım, kitabın ne zaman satışa çıkacağını sordu. Ben de henüz basım aşamasında dedim ve tanımadığım iki kişiye dönerek kitabın henüz çıkmadığını ve bu yüzden okumalarının olanaksız olduğunu belirttim.

Uğur Mumcu’nun çok güzel bir sözü var. “Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz. Bilmeden konuşmak çok büyük ayıptır. Çünkü; sözün nereye gittiğini hesap etmezseniz, bir hançer gibi size saplanmayacağını hiç kimse garanti edemez.”

Yukarda da belirttiğim gibi hiç kitap okumadan, yayımlanmamış kitap hakkında konuşan o kadar çok kişi tanıdım ki, dinlerken gülümsemek zorunda kalıyorum. Duydukları iki üç kelimeyle kitaplar hakkında görüş sunanlarla çok karşılaşıyorum.

 Edebiyat tarihini okuduğunuzda bu tür olaylarla karşılaşmak olası. Zaman zaman sert tartışmalara hatta kavgaya kadar giden bu tür olaylar, edebiyatın gelişmesine değil, körelmesine hizmet ediyor. Ya da yazı hakkında görüş belirtmeden önce o yazı ya da kitabı okuyup değerlendirsek güzel olmaz mı?

  2025 yılına böyle bir yazıyla başlamak istemezdim ama ne yazık ki benzeri olaylar gün geçtikçe çoğalıyor. Sizin de tanık olduğunuz böyle durumlar varsa yorumlarda paylaşmanızı diliyorum. Sağlıklı ve mutlu bir 2025 geçirmeniz dileğiyle, bol okumalar.