Kemal Ateş’in “Sessiz Şampiyon Olimpiyat Kürsüsünde Bir Köy Enstitülü” kitabını internette görmüştüm. Hastalığım nedeniyle bir türlü alamadığım kitabı 14 Mayıs günü yazarından imzalı aldım. Kitabı okurken karşılaştığım kimi isimler bana tanıdık gelmişti. Bunlardan biri Yıldırım Beyazıt Lisesi son sınıfındayken okul müdürümüz olan Raif Akbulut’tu. Raif öğretmenin eski bir güreşçi olduğunu öğrenmiştik ama olimpiyat oyunlarına katılan ilk Köy Enstitülü güreşçi olduğunu bilmiyorduk. Ateş’in adı geçen kitabını okuyunca öğrendim.
Köy Enstitülü birçok öğretmen ve sağlıkçı tanıdım. Bu kişilerden hiçbir zaman Ahmet Bilek adını işitmedim. Ahmet Bilek, adı geçen kitabın kahramanı. Ateş, yıllarca süren titiz bir araştırmayla “Sessiz Şampiyon” romanını yazmış.


Kemal Ateş’in kaleme aldığı “Sessiz Şampiyon”, Türkiye’nin eğitim tarihindeki önemli bir kurum olan Köy Enstitüleri’nin yetiştirdiği ilk ve tek olimpiyat şampiyonu Ahmet Bilek’in hayatını anlatan biyografik bir roman. Bu kitaptan önce 2015 yılında yine bir güreşçi ve olimpiyat şampiyonu olan Celal Atik’in yaşamını yazdığı “ Neşter ve Madalya” kitabının alt başlığı “Ya Madalya Ya Ölüm” adını taşıyor. “Sessiz Şampiyon” ise 2021 yılında H2O kitap tarafından yayımlanan bir kitap. Türk edebiyatında spor ve eğitim konularını bir araya getiren nadir örneklerden biri adı geçen kitap.
Roman Manisa’nın Kula ilçesinden Kızılçullu Köy Enstitüsü’ne gelen Ahmet Bilek’in sessiz ve mütevazi kişiliğiyle başlayan yolculuğunu konu alır. Güzide bir eğitim kurumu olan Köy Enstitülerini ve sporun eğitimdeki yerini çok güzel anlatır. 1948 olimpiyatlarında şampiyon olan Yaşar Doğu ile Celal Atik’in Kızılçullu Köy Enstitüsünü ziyareti, Bilek’in güreşe olan ilgisini tutkuya dönüştürür. Bu süreçte, Bilek hem öğretmenlik yapar hem de güreş kariyerinde iler.


Okuduğumda çok etkilendiğim “Sessiz Şampiyon”, sporun ve eğitimin iç içe geçtiği, bireysel başarıların toplumsal yapılarla nasıl şekillendiğini gösteren bir roman. Ahmet Bilek’in öyküsü, sadece bir sporcunun değil, bir dönemin panoraması ve bir eğitim sisteminin de öyküsüdür.
Ateş, 1960 yılında altı arkadaşıyla birlikte altın madalya kazanan Bilek’in toplum tarafından tanınmamasını ayrıntılı bir biçimde anlatıyor. Şampiyon olduktan sonra Almanya’dan gelen teklifi kabul ederek Almanya’da güreşçiler yetiştirmeye başlayan Bilek, bir trafik kazasında bacanağını kaybedince, kazaya neden olduğu gerekçesiyle aile tarafından dışlanıyor. Büyük acılar çeken Bilek, 38 yaşında yaşamına son veriyor. (Aslında kitabı uzun uzun yazmak istiyordum. Ancak yer sorunu nedeniyle kısa tutmak zorundayım merak edenler kitabı bulup okusunlar.)
Yazımı kitabın arka kapağında bulunan tanıtım yazısıyla sonlandırıyorum.”Yıl 1937, eski Amerikan Koleji binasında kurulan Kızılçullu Köy Enstitüsü… Bu ‘taş mektep’in girişinden süzülen ahşap bavulu gölgelerin en sessizidir Ahmet Bilek. Manisa Kula’dan gelmiştir ve 1960 Roma Yaz Olimpiyatlarında güreşeceği Maxentius Bazilikası’na giden yolun en başındadır henüz.
Müfredatında sporun ‘besin’ kadar önemli olduğu belirtilen bu kurumda heves ettiği güreş, Yaşar Doğu’nun ziyaretinden sonra bir tutkuya dönüşecek; öğretmenden mühendise her meslekten erbabın, sanatçı ve edebiyatçıların yetiştiği Köy Enstitüleri’nden mezun ilk ve tek olimpiyat şampiyonu olacaktır.


Ders ve idmanlarla geçen eğitimi hasat zamanı köyüne dönüp ailesine yardım zorunluluğuyla bölünse de yılmaz, öğretmenlik yolunda ilerler. Siyasal ve toplumsal dönüşümlerin ortasında okulu değişir, düşünceleri dönüşür, dünyayı tanıması hızlanır.
Uzun kamp dönemleri nedeniyle öğrencilerinin öğretmensiz kalmasına gönlü razı olmadığı için üzülerek mesleğini bırakıp düşük bir aylıkla başka bir işe girecek kadar fedakârdır. Devlet ve toplum ise kendisine karşı ilgisiz. Büyük gayret, mücadele ve stratejiyle kazandığı olimpiyat şampiyonluğundan sonra da bu ilgisizlik sürer.
Emek göçü, beyin göçü derken, Ahmet Bilek’in adından esinlenerek söylersek, bir de ‘bilek göçü’ yaşanır. Diğer şampiyonların bazıları gibi Ahmet Bilek de daha iyi bir yaşam vaat eden Avrupa’ya, Almanya’ya gider: Önce sporcu sonra da antrenör olarak. Ancak trajedileri de peşinden gelir…
Güreşçiler sakatlık ya da yaş dolayısıyla müsabakalardan çekilirken son maçlarının bitiminde ayakkabılarını minderin orta yuvarlağına bırakırlar. Ahmet Bilek’in vedası böyle olmadı, o mücadeleyi minderde bırakmadı…”