İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla başlayan süreç, Türkiye siyasetinde yeni ve tehlikeli bir dönemin kapılarını araladı. Uzun süredir devam eden kutuplaşma, siyaset dilinde artan sertlik ve muhalefete yönelik baskı mekanizmaları, demokratik değerler açısından son derece kaygı verici bir noktaya geldi.

Bu durum yalnızca siyasal kurumları değil, toplumun tüm kesimlerini etkileyen bir güvensizlik ve öfke ortamı yaratıyor.

Son olarak CHP Genel Başkanı Özgür Özel, TBMM Başkanvekili ve DEM Parti İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder için Atatürk Kültür Merkezi'nde (AKM) düzenlenen anma töreninin ardından yumruklu saldırıya uğradı.

Hem de sıradan değil, gözünü kırpmadan evlatlarını öldüren psikopat azılı bir katil tarafından saldırıya uğruyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın partisinin grup toplantısında sarf ettiği “Bakalım Cumhurbaşkanlığı hevesi yolunda daha kaç CHP’li telef olup gidecek?” ifadesi, siyasi nezaket sınırlarının çok ötesine geçen, demokrasi kültürüyle taban tabana zıt bir çıkıştır.

Bu sadece siyasi bir polemik değil, dolaylı bir tehdit, doğrudan bir hedef göstermedir. Bu sözün ardından yaşanan gelişmeler de bu sert dilin nasıl gerçek sonuçlar doğurabileceğini gösterdi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yumrukla saldıran Selçuk Tengioğlu bir “meczup” değil, bir “kriminal” bir kişi de değil. Çocuklarını acımadan öldüren azılı bir katil.

Tesadüf değil, bireysel bir “deli işi” hiç değil. Saldırganın profili, geçmişi, olayın gelişme biçimi ve ardından gelen açıklamalar bize bu işin arkasında organize bir karanlık olabileceğini düşündürüyor.

Failin kardeşinin yaptığı “arkadaşlarının dolduruşuna geldi, provokasyonda kullanılmış olabilir” açıklaması bile, bu olayın yalnızca bireysel öfke patlamasıyla açıklanamayacağını ortaya koyuyor.

Bu Türkiye'nin ilk siyasi şiddet olayımı mı? Hayır.

Hatırlayalım, Kemal Kılıçdaroğlu 2019 yılında bir cenaze töreninde linç edilmek istendi. Yumruklandı, sığındığı ev taşlandı, yakılmak istendi. Failler bir süre sonra serbest bırakıldı. O gün o saldırıya net bir siyasi ve hukuki tepki verilseydi, belki bugün bu yumruk atılamazdı.

Daha da vahimi, bu saldırının ardından gelen tehdit dalgası. Özgür Özel’in küçük yaştaki kızının ev adresinin paylaşılması, “Bu filmin sonu mezarlık olur” tehdidiyle birlikte servis edilmesi...

Artık sadece siyasetçiler değil, aileleri de hedefte. Bu, Türkiye'nin siyasi tarihinde daha önce pek az görülen, son derece tehlikeli bir eşik. Bu tür tehditler, sadece bir kişiye değil, ülkenin geleceğine yöneliktir.

Şimdi burada durup düşünmek gerek. Nereye gidiyoruz? Hangi kutuplaşma, hangi siyasi kazanç, hangi ideolojik zafer, bir çocuğun can güvenliğinden daha değerli olabilir?

Siyasi hırsı, bir gazetecinin tahrik dolu tweeti, bir fanatiğin karanlık eylemiyle birleştiğinde, koca bir ülke karanlığa gömülüyor.

İbrahim Karagül gibi gazetecilik kimliğini kaybetmiş bir ismin, "İnsan bazen 'hak etti' diyesim geliyor" cümlesiyle meşrulaştırdığı şiddet, sadece etik değil, insani tüm değerleri çiğniyor. Böyle bir dil, toplumu çürüten, normalleştiren, sıradanlaştıran bir virüs gibidir.

İktidar bu olaylara ciddi bakmalıdır. Azılı katilin yaptığı bu eylem derinlemesine araştırılmalı ve arkasında kimler varsa ortaya çıkarılması gerekir.

Peki şimdi ne olacak?

Bu bir kırılma anıdır. Ya bu ülkenin demokratik refleksleri uyanacak, hukukun üstünlüğü yeniden inşa edilecek, siyasi nezaket tekrar hatırlanacak…

Ya da Türkiye, sadece muhalefet partilerini değil, demokrasiyi de yumruklayan karanlık bir yola girecek.

Bu sadece CHP’nin meselesi değil. Bu ülkenin solcusunun, sağcısının, dindarının, sekülerinin, Türk’ünün, Kürt’ünün ortak geleceği söz konusu. Bugün sessiz kalanlar, yarın kendi adaletine ulaşamayacak. Bugün tepki göstermeyenler, yarın çocuğunun güvenliğini savunamayacak.

Yumruklar, tehditler, hedef göstermeler siyaseti değil, korkuyu büyütür. Korku büyüdükçe özgürlük küçülür. Demokrasi yumrukla değil, hukukla yaşar.