Bir sabah daha uyandık ve yine bir kadının öldürüldüğünü öğrendik. Her yeni güne acı bir haberle başlamak sıradanlaştı artık.
Ne tuhaf değil mi? Öldürülen kadınların sayısı, hava durumu gibi günlük haber akışına dönüştü. Ve bu ülkede, 2025 yılının daha ağustos ayına gelmeden 169 kadın öldürüldü. Yani neredeyse her gün iki kadın, yaşama hakkı elinden alınarak aramızdan koparıldı.
Dün birinin ismi Saliha Akkaş’tı. TBMM'de çalışan, kendi ayakları üzerinde duran, boşanma davası açmış, kocasından uzaklaştırma kararı aldırmış bir kadın... Yetmedi. Eski eşi tarafından 37 yerinden bıçaklanarak katledildi. Ardından katil de kendini öldürdü. Bu senaryo size tanıdık geldi mi? Ne yazık ki hepimize fazlasıyla tanıdık.
Saliha'nın hikâyesi, aslında bu ülkedeki birçok kadının hikâyesi. Sessizce acı çeken, yardım isteyen, başvurularda bulunan ama yine de korunamayan kadınların hikâyesi bu. Bu ülkede kadınlar, özellikle de ayrılmak isteyen kadınlar, çoğu zaman ölümle burun buruna yaşıyor. Ve işin daha da acı tarafı, bu ölümler “olacak iş” gibi karşılanıyor.
Hani 2025 yılı "Aile Yılı" ilan edilmişti ya… Aile kutsaldır elbet, ama o kutsallık kadını eve hapsetmekle olmaz. Kadının sadece “evin içindeki” rolleriyle tanımlandığı, dış dünyadan izole edildiği bir anlayışla ne aile korunur ne de toplum. Ev, kadın için sığınak değil artık; çoğu zaman şiddetin adresi haline gelmiş durumda.
Veriler ortada: Kadınların çoğu, evde, tanıdığı erkekler tarafından öldürülüyor. Eş, eski eş, sevgili, baba ya da kardeş... Katiller en yakınları. Üstelik bu cinayetlerin önemli bir kısmı, kadınların yardım çağrılarından sonra gerçekleşiyor. Kolluk kuvvetleri, adliye koridorları, uzaklaştırma kararları... Hiçbiri yeterli olmuyor. Neden?
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının ardından 6284 sayılı yasanın da uygulanmasında ciddi aksamalar yaşandığı sık sık dile getiriliyor. Yasa var ama uygulama yok. Kadınlar, şikayet ettikleri halde ciddiye alınmıyor. Erkekler ise “cinnet geçirdim”, “psikolojim bozuktu”, “madde kullanıyordum” gibi bahanelerle hafifletici sebepler arıyor. Ve ne yazık ki çoğu zaman buluyor da.
Uzmanlara göre, 6284 sayılı "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun" etkin bir şekilde uygulanmalı. Ancak İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmasının ardından, bu yasanın da etkisiz kaldığı sık sık dile getiriliyor.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) ve Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF), Genel Sekreteri Fidan Ataselim, yaşanan cinayetlerin münferit değil sistematik olduğuna dikkat çekiyor:
“Kadınların hakları ne zaman tartışmaya açılsa, yargıda da cezasızlık artıyor. Kadınlar defalarca karakola gidip şikayetçi oluyorlar, ama dikkate alınmıyorlar. Bu ölümler göz göre göre geliyor.”
Türkiye, 2021 yılında bir Cumhurbaşkanlığı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çıktı. Bu kararın ardından kadın örgütleri, şiddet vakalarının arttığına ve faillerin cezasızlık algısıyla daha da cesaretlendiğine dikkat çekti.
Sözleşmenin varlığı bile caydırıcı bir etki yaratıyordu. Ancak şimdi, 6284 sayılı kanunun kaldırılması yönünde yükselen sesler, kadınların haklarını daha da zayıflatıyor.
Şiddeti önlemek için sadece yasa çıkarmak yetmiyor; asıl önemli olan mevcut yasaların uygulanabilirliği ve faillerin caydırıcı biçimde cezalandırılmasıdır.
Saliha Akkaş gibi yüzlerce kadının ölümünde devletin, adalet sisteminin ve toplumun payı var. Çünkü bu ölümler göz göre göre geliyor. Çünkü sistem korumuyor, caydırmıyor, önlemiyor. Çünkü hâlâ "kadın ne yaptı acaba?" diye soranlar var. Çünkü hâlâ bazı mahkemelerde iyi hal indirimi uygulanıyor. Kravat takmakla adam olunmaz, bunu anlamayan çok.
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için süslü cümlelere değil, net eylemlere ihtiyaç var. Caydırıcı cezalar, etkin kolluk mekanizmaları, sığınma evlerinin yaygınlaştırılması, İstanbul Sözleşmesi'ne geri dönülmesi... Bunlar bir lütuf değil, kadınların yaşama hakkının güvencesidir.
Ve belki de en önemlisi: Bu ülkede kadınların artık ölmeden önce sesinin duyulması gerekiyor.
Saliha Akkaş’ın son olmasını çok isterdim. Ama bu gidişle, maalesef o da diğerleri gibi unutulup gidecek. Ta ki bir gün gerçekten "dur" denene kadar.
Bir sonraki kadının adını öğrenmeden önce, bu ölümlerle yüzleşmeye hazır mıyız?
Yoksa Saliha Akkaş da "rakamlar arasında" kaybolup gidecek mi?