Ortaokul birinci sınıfta Türkçe öğretmenimiz Gülseren Alptekin, her hafta bir ders saatini kitap okumaya ayırırdı. Okuduğumuz o kitaplardan birisi de hiç unutamadığım, Huriye Öniz Baha’nın “Köprü Altı Çocukları” adlı romanıydı.

Konusu ve konunun işleniş biçimiyle çocukluk yüreğimde bıraktığı izler nedeniyle mi, günümüze değin boyutu onlarca kez büyümüş bir sorunu daha o günlerde çok çarpıcı biçimde ortaya koymuş olduğu için mi bilemiyorum ama her “sokak çocuğu” görüşümde ya da onlarla ilgili bir haber duyduğumda aklıma hep o kitapta anlatılanlar gelir.

Bir gün sabaha karşı İstanbul’da, Çemberlitaş’tan Sirkeci’ye hızlı ve tedirgin adımlarla yürüyerek giderken geçtiğim yoldaki pastane, lokanta ve kahvehane önlerinde gördüklerim de bana yine o kitabı anımsatmıştı.

Çeşitli yaşlarda onlarca çocuk kaldırıma serdikleri eski gazeteler üzerinde uyuyorlardı.

Çocuklar geceyi geçirmek için, soğuktan biraz olsun korunmak amacıyla, mutfakların havalandırma pencerelerinin açıldığı boşluklar üzerindeki demir ızgaraların üstünü seçmişlerdi. Daha “şanslı” olan birkaç çocuk da kahvehanelerin içinde, insaflı kahvecinin izniyle iskemleleri birleştirerek kendilerine yatacak yer yaratmışlardı.

Gördüklerim o güne ve oraya özgü olamazdı. Başka yerlerde, başka kentlerde de oradaki gibi daha binlerce, on binlerce çocuk vardı mutlaka.

1950’li, 60’lı yıllarda “köprü altı çocukları” olarak adlandırılan sokak çocukları, o zamanlar daha çok İstanbul’un sorunuydu. Geceyi genellikle Galata Köprüsü altında geçirdikleri için böyle adlandırılıyorlardı.

Artık ne o altında işyerleri olan eski Galata Köprüsü var, ne bu sahipsiz çocuklar bir köprü altına sığacak kadar az, ne de sorun yalnızca İstanbul’a özgü...

Bilip bilmezlikten gelen, görüp görmüyormuş gibi davranan toplumumuz ve aynı nitelikteki yöneticiler bu çocukların varlığını, itilip kakılmalarını hiç umursamıyorlar. Onlar ne yerler ne içerler, neden sokakta yaşıyorlar düşünmüyor ama bir çocuk öldürüldüğünde ya da tecavüze uğradığında birden “çocuk hakları” savunucusu kesiliyor, öfkeli mesajlar yayınlıyorlar.

Oysa herkes biliyor “çocuk hakları” kavramının sokakta zorluklar içinde yaşayan çocuklar için geçerli olmadığını; yetiştirme yurtlarının, çocuk ıslah evlerinin, mahpushanelerdeki sübyan koğuşlarının kapısından içeri girmediğini.

“Çocuk hakları” nı anımsamak için çocukların öldürülmesi ya da tecavüze uğraması mı gerekiyor?

Oralarda neler yaşandığını “bilmiyorum” diyen ya yalan söylüyordur ya da düşler dünyasında yaşıyordur ve bu dünyaya ait değildir.

Yaşananların gazetelere yansıyan birkaç olayla sınırlı olduğunu sanıyorsanız, siz de bu dünyaya ait değilsiniz demektir.

Sokak çocuklarıyla gecekondular; çocuk ıslah evlerindeki sorunlarla hazineyi öğüten yolsuzluklar; yaygınlaşmış ahlaki çöküntü ile sağlıksız kentleşme vs. vs. hepsi aynı temel üzerindeki varlıklarını aynı nedenle yıllardır sürdürüyorlar.   

1950’li, 60’lı yıllarda bu tür sorunlar kolayca çözülebilecek nitelikte ve boyuttaydı ama ülkeyi yönetenlerce hemen hiçbir şey yapılmadı. Bunlardan köktenci biçimde kurtulmak için toplumdan da ciddi bir istem gelmedi. İnsanlar, bugün olduğu gibi her şeyi bilmelerine karşın bilmez görünüyor, her olayı tekil ve ayrıksı bir durum olarak algılıyor, öfkeleri geçince unutuyorlardı. Kimilerine göre ise bu gibi “süfli” konular için kafa yormaya değmezdi, zaten “gelişmiş” ülkelerde bile bu sorunlarla karşılaşılıyordu, bizde de görülmesi doğaldı...

Sorunlar katlanarak büyüdü ama toplumdaki yaygın duyarsızlık bugüne değin çok değişmedi.

Günümüzde de zaman zaman çocuk kurumlarında yaşanan iğrençlikler, balici / tinerci sokak çocuklarının karıştığı olaylar, çocuk cinayetleri, çocuk tacizleri / tecavüzleri, ortalığa saçılıyor, basında yer alıyor; birkaç öfkeli mesaj ve “suçlular cezasız kalmayacak” açıklamalarından sonra, yeni bir olay duyuluncaya değin her şey unutuluyor.

Eğer gerçekten “çocuk hakları” nın bütün çocuklarımız için geçerli olması isteniyorsa yapılması gerekenler bellidir.

Her sorun çözülmek için ele alındığında atılması gereken ilk adım kapsamını, niteliğini ve boyutlarını bütün gerçekliğiyle ortaya koymaktır. Sorunu çözmek için ayırmanız gereken kaynak, yetişmiş insan gücü, örgütlenme biçimi, izlenecek yol ve kullanılacak yöntemler buna göre belirlenecektir.

Öyleyse öncelikle, bütün çocuk kurumları, bütün çocuk ıslah evleri, bütün mahpushaneler, bağımsız meslek örgütlerinin -örneğin Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği ve Psikologlar Derneği temsilcilerinin- de katılımıyla, uzman pedagoglarca ciddi bir denetimden geçirilmeli, yaşam koşulları irdelenmeli, oralardaki çocuklar dinlenmeli, sağlanan veriler ışığında, sorunların çözümü için yapılması gerekenler belirlenmelidir.

Nerelerde, ne kadar sokak çocuğu olduğu, neden sokakta yaşadıkları saptanmalı, bu çocukları yeniden topluma kazandıracak çalışmalar yapılmalı, çocukları sokağa iten koşulları ortadan kaldıracak önlemlerle “sokak çocukları” nın kaynağı kurutulmalıdır.

Bütün bunları gerçekleştirecek olan Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü, konusunun uzmanı, “çocuk sevgisiyle dolu” insanlarla donatılarak tüm çocuklarımıza gerçekten sahip çıkacak biçimde yeniden örgütlenmeli ve görev alanındaki sorunların çözümü için bu kurumun ihtiyacı olan maddi kaynak eksiksiz sağlanmalıdır.

Ülkenin her yerinde ve her düzeyde “çocuk hakları” nın ödünsüz uygulanmasının koşullarını yaratma bağlamında sürdürülecek bu tür çalışmalar yapılmadan atılacak adımların pek bir anlamı yoktur.

Bütünlükten yoksun, birbirinden bağımsız göstermelik çalışmalarla, geçmişte olduğu gibi bu günler de harcanırsa, yazar Huriye Öniz Baha’nın roman kahramanları artık köprü altında değil ama her yerdeki varlıklarını gelecekte de çoğalarak sürdüreceklerdir.