Bu ülkede artık kimse adalete güvenmiyor.
Bir suç işlendiğinde önce üzülüyoruz, sonra öfkeleniyoruz, en sonunda da “nasıl olsa yine bir şey olmaz” deyip susuyoruz.
Çünkü herkes biliyor: burada adalet, herkese aynı işlemiyor.

Birinin hakkı yeniyor, bir diğeri korunuyor.
Bir kadın öldürülüyor, fail “iyi hal indirimi” alıyor.
Bir çocuk istismara uğruyor, sanık birkaç yıl yatıp çıkıyor.
Sonra biz ekran karşısında başımızı eğip, “yine mi?” diye soruyoruz.

Yıllardır bu ülkede suç cezasını bulmuyor, bulsa da tam bulmuyor.
Kimin ne kadar ceza alacağını bazen vicdan değil, bağlantı belirliyor.
Zengin ya da güçlüysen adalet sana daha yumuşak davranıyor.
Fakirsen, kimsesizsen, sesin çıkmıyorsa; sistem seni kolayca yutuyor.

Ben ölsem, beni kim savunacak?
Bir tweet mi atılacak adımı yazıp?
Üç gün sonra unutulacak mıyım?
Bir cümleyle mi kapatılacak hayatım: “Kadın cinayetlerinde bir kişi daha…”

İnsanlar artık cezaya değil, tesadüfe inanıyor.
Adaletin işlemesi şansa kalmış gibi.
Kimine “infaz indirimi”, kimine “delil yetersizliği”, kimine “iyi hal”.
Ama kimseye tam bir adalet yok.

Bu ülkede adalet yoruldu, halk da onunla birlikte yoruldu.
Çünkü insan sadece geçim derdiyle değil, haksızlıkla da eziliyor.
Bir ülke, vatandaşına “senin arkanda hukuk var” diyemiyorsa,
orada insanlar artık korkmuyor bile, sadece umudunu kaybediyor.

Belki de en acısı şu:
Bir gün başımıza bir şey gelse, hepimiz biliyoruz,
adalet değil, sessizlik konuşacak.
Ve biz bu sessizliğe alıştık.