Kadın olmak zor. Ne yapsan yaranamıyorsun kimseye. Güçlü olsan “erkek gibi”, duygusal olsan “zayıf”. Çok konuşsan “fazla biliyor”, sessiz kalsan “soğuk”. Bir türlü ortasını bulamıyorsun çünkü kimsenin gözünde sen olduğun gibi yetmiyorsun.

İş yerinde aynı işi yapıyorsun ama maaşın daha düşük. Söz alıyorsun, biri hemen araya giriyor. Başarıyorsun, “tesadüf” diyorlar. Başaramıyorsun, “kadın işi değil zaten.”

Evde bile rahatsın sanma. Çalışsan “evi ihmal etti”, çalışmasan “niye üretmiyor?”

Evlenmezsen laf, evlenirsen laf. Çocuğun olmazsa yargı, olursa “kariyerini bıraktı.”

Kısacası, ne yaparsan yap hep bir eksik, hep bir bahane.

Bir kadın yürüyüşüne bile dikkat etmek zorunda.

Bir bakış, bir söz, bir kahkaha bile rahatsız edebiliyor bazılarını. Kadın gülerken bile ölçülüyor bu ülkede.

Sanki var olmanın bile bir kuralı var.

Kız çocuklarına daha küçükken “bacaklarını kapat”, “yüksek sesle gülme”, “uslu ol” deniyor.

Kimse “haklarını bil”, “korkma”, “kendini savun” demiyor.

Kadın, başından itibaren sessizliğiyle yetiştiriliyor.

Sonra büyüyor, kendi kararlarını vermek istiyor.

Birini sevmek, istememek, gitmek, okumak, çalışmak…

Ama her adımda birinin onayını almak zorunda kalıyor.

Sanki kendi hayatının sahibi değilmiş gibi.

Kadın hep ölçülüyor.

Kıyafetiyle, sesiyle, saçıyla, kilosuyla, geçmişiyle…

Kendisi olunca ayıplanıyor, uymaya çalışınca sıkışıyor.

Ve o sıkışmışlığın içinde hep değersiz hissettiriliyor.

Ama işte, kadın da öğrendi artık.

Sessiz kalmanın işe yaramadığını, boyun eğmenin saygı getirmediğini.

Kendi değerini kimsenin eline bırakmıyor.

Kendi ölçüsünü kendi koyuyor artık.

Kadın, var olduğu için değerlidir.

Kimin ne dediğiyle değil, ne hissettiğiyle yaşamalıdır.

Çünkü bir kadının değeri, kimsenin bakışında değil, kendi aynasındadır.