5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü…Peki biz, bu önemli günün anlamını gerçekten ne kadar biliyoruz? Takvim yapraklarında yazan bir tarih mi bizim için, yoksa toplumun belleğine kazınması gereken bir mücadele günü mü? Kadınların yıllardır sürdürdüğü eşitlik arayışını düşününce, bu soruların cevabı hiç de basit değil.

Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildiği bu anlamlı gün, aslında bir dönüm noktasıdır. Bir ülkenin demokrasiye, eşit yurttaşlığa ve toplumsal adalete attığı tarihi bir imzadır. Ama bugün dönüp kendimize bakınca, şu soru ister istemez zihne takılıyor:

Biz gerçekten seçme ve seçilme hakkımıza ne kadar sahibiz?

Sandığa gitmenin ötesinde, kadınların karar mekanizmalarında eşit temsil edilmesi; siyasette, ekonomide, akademide, medyada aynı ağırlıkla yer alması hâlâ bir hedef, hâlâ bir mücadele konusu.

Evet, yasalar kâğıt üzerinde eşitliği tanıyor. Peki ya gerçek hayat?

Kocaları, boşanma aşamasındaki eşleri, sevgilileri, “namus” bahanesine sığınan babaları ya da kardeşleri tarafından öldürülen kadınların hakları? Bu haklar hangi kanunda yazılı? Hangi mahkeme tutanağında gerçekten karşılığını buluyor?

Kaçımız bu hikâyelere bakıyoruz?

Kaçımız sadece bir haber satırından ibaret olmayan bu hayatların yükünü omuzlarımızda hissediyoruz? Toplumsal vicdan, duyarsızlıkla körleşirken; bazı kadınların adları sadece istatistiklere eklenen birer rakama dönüşürken biz neyi kutluyoruz, neyi anıyoruz?

5 Aralık’ın bize hatırlatması gereken, sadece geçmiş bir kazanım değildir. Aynı zamanda bugün hâlâ eksik olan eşitliktir, korunamayan yaşam hakkıdır, görülmeyen adalettir.

Kadınların özgürce var olabildiği, fikirlerini, oylarını, hayatlarını, kariyerlerini, hayallerini özgürce seçebildiği bir toplum…

Asıl hedef budur.

Bugün sorularımızı yüksek sesle sormazsak, yarın cevaplarımızı kaybederiz.

Bu yüzden 5 Aralık yalnızca bir tarih değil; yüzleşme, farkındalık ve mücadele günüdür.