Celal Öğretmenim Gelsenkirchen’deki etkinliğine katıldı, sonra da Zaferin Yolu belgeseli yönetmeni Çevik’le birlikte aldı bizi Essen’e götürdü. Ferhan Tan ve Turgut Şimşek Öğretmenlerimle, arabayı tam kapasite yapacak şekilde gelmişlerdi. İçerde sohbet, dışarda yağmur, Essen’e doğru yola çıktık.
Almanya’da hava Türkiye’ye göre 2-3 saat kararıyordu ve otele bizi bıraktıklarında hava kararmıştı. Güzel Dostlar bizi bıraktıktan sonra o geç saatte evlerine gidebildiler…
Duvarında Atatürk’ün kahve içerken fotoğrafının da olduğu Banunino – Coffee & More’da biz
Erdal Osmançelebioğlu ve Atatürk’ün yürüdüğü cadde!
Essen’de Ankara İl Kültür ve Turizm Müdürü Ali Ayvazoğlu ve Avrupa Ankaralılar Derneği Onursal Başkanı Halil Yalçın bizi bekliyorlardı. Hep birlikte Erdal Osmançelebioğlu ile eşi Banu Hanım’ın güler yüzüyle işlettiği Banunino – Coffee & More’a gittik.
Çelebioğlu inşaat mühendisi. Çevrede yaptığı evler vardı. Bir anlamda Türklerin geldiği güzel noktanın bir örneğiydi.
Frankfurt’ta alıştığımız işletmelerde Türkçe konuşarak iletişim kurabilme rahatlığı elbette burada da söz konusuydu. Kafe, yiyecek ve içeceklerde Türk mutfağının yanında dondurmadan kahvaltıya türlü lezzetleri sunan bir mekân.
Osmançelebioğlu, sohbet sırasında önümüzdeki caddeyi göstererek gururla,
“Atatürk bu caddede yürümüş, daha ne olsun!” dedi.
Bu caddeden gerçekten geçmiş midir bilinmez ama Mustafa Kemal Paşa Ordu Temsilcisi olarak Essen’e gelmiş, Krupp tesislerinden Villa Hügel’e geçmişti. Bu durum Essen için bir ayrıcalık ve bu nedenle burada bir Atatürk müzesinin, içinde Atatürk kitaplığının yakışacağı düşüncesini bir kez daha dile getirmek isterim.
Krupp tesisleri
Mucit ve iş insanı Afred Krupp, dev toplar üretir. Toplar savaşların kaderini değiştirir. O toplar Çanakkale Boğazı’na da gelir, kahraman Türk topçusuyla buluşunca ‘Çanakkale Geçilmez’ isimli destanın yazılmasında, özellikle deniz savaşı bölümünde ortak olur.
Tesis şanssız! İki dünya savaşında da bombalarla yerle bir edilir. Büyük olasılıkla bu tesisler yüzünden Essen, dünya savaşlarında en çok bombalanan kentlerden biri olur.
Essen ve tesisler, Birinci Dünya Savaşı’ndaki görkemli günlerinde Osmanlı Heyeti’ni ağırlar. Heyetin içinde Ordu Temsilcisi Mustafa Kemal Paşa da vardır. Veliaht Vahdettin’le birlikte tesisleri gezerler.
Dev toplar üreten devasa tesis bugün eski günlerinden çok uzakta, Essen’i terk etmiş olsa da, yönetim merkezi, tarihi fotoğraflarında görülen bacaları veya köprüsü gibi kalanlarla, o günlerin izlerini bugün de sürmek olası.
Eski günleri gösteren fotoğrafların ve açıklamaların olduğu pano da o günleri unutturmaması için caddeye yerleştirilmiş.
Bir de tesislerdeki üretimin canlandırıldığı yaklaşık 20 metrelik bir rölyef var.
Pano, önceki işlevini yitirmiş köprü ve dev topların dökülmesinin canlandırıldığı 20 metrelik rölyef
Essen’deki tesiste çalışan kadınlar
Atatürk, Almanya ziyaretinde, Krupp tesislerinde, çalışan kadınları görmüş ve etkilenmişti.
Yadel Oktay Coşkun, Rahime Akbay Önkol, Ferhan Tan, Aygül Yıldız, Yıldız Turgut, Sevda Gümüş, Çiğdem Aslan, Banu Osmançelebioğlu, Gizem Uyanık, Kübra Asena Çile ve Ahsen Örenbaş… Yağmur Aslan ve Necmiye Öztürk Türkiye'de oldukları için katılamadılar… İsimlerini yazamadığım hanımlar beni affetsinler.
Onlar başkan, eş başkan, başkan yardımcısı, üye, öğretmen, öğrenci, işletmeci, emekli veya çalışan…
Organize ettiler, sundular, ev sahipliği yaptılar, çaldı, söyledi ve konuşmalar yaptılar. Her rolde, her görevdeydiler. Varlıklarıyla güç verdiler. Gurur duydum.
Atatürk’ün Almanya ziyaretinin yüz yedi yıl sonrasıydı. Ulu Önder de saydığım, sayamadığım Türk kadınlarını, Almanya’da görse, mutlaka gurur duyardı.
Milazim Koçtürk parka, müzeye götürdü, buralar bana nedense Ankara’yı düşündürdü!
Koçtürk, ilk gezide tanıdığım, bugüne gelen birlikteliklerin mimarlarından. Minnettar olduklarımdan…
Essen’e gelişle birlikte hep yanımızdaydı.
Tuttu elimizden, Essen’in önce en büyük parkına, sonra en önemli müzesine götürdü. Görülecek yerler arasında yer alan Villa Hügel, ters yönde kalmıştı ve gitmeye zamanımız olmadı.
Gruga Parkı, en büyük park… Florası, göl ve heykelleriyle gezmeye doyulmayacak, her yerini gezmeye kalksanız kolay kolay bitirilemeyecek türden bir park.
Park’tan şelaleli kısa bir video için Youtube kanalımdan bir bağlantı vereyim:
https://www.youtube.com/shorts/qj0OTF-aeTQ
Gruga Parkı’nın girişi ve şelalesi
Gruga Park’ın içinde bir de camlı yapı vardı. İçinde botanik bahçesi oluşturulmuştu. Ankara’da, içinde, şaşırtıcı bir biçimde benzeyen camlı bir yapı olan Botanik Parkı’nı düşünmeden edemedim. Botanik bahçesine girdik, özenle yetiştirilen bitkileri izledik.
Serada kalabalıklarla yürürken, Ankara’da, aynı biçimde yapılanın, yıllardır boş beklediğine bir kez daha hayıflandım.
Her parçası bugüne gelmiş, bembeyaz gelinlikle özel günün fotoğrafının çekilmesi için bile gelinen, eski ve artık kullanılmayan kömür tesisinden müzeye dönüştürülmüş Ruhr Müzesi
Ruhr Müzesi, Essen’in en önemli müzesi… ‘En önemli’ yakıştırması benden, dikkat çekme isteğimden!
Müze aslında eski bir kömür işleme tesisi. Essen tesise ‘işi bitti, yıkalım!’ dememiş, ‘endüstri ikonu’ olarak yaklaşmış, her bir köşesini, malzemesini kömür isi, kiri demeden bugüne, müze olarak taşımış. O günlerde sanayi için işleyen çarklar, kömür taşıyan raylar bugün paslı ve çalışmıyor. Olsun! Ne gam! Öyle kalabalıktı ki, anlatamam. Özel gününde, bembeyaz gelinliğiyle fotoğraf çektirmek için gelenler bile vardı…
Kalabalıklar arasında yürürken aklıma yine Ankara’ya geliverdi!
Bu tesisi yapanın adını zorlanarak bulabildim ama Almanların, sanayi mimarisi denildiğinde akla gelen bir isim söz konusudur, Werner Issel.
Issel, 20. yüzyıl sanayi mimarisinin en önemli mimarlarından biri kabul edilir. Yaptıklarının çoğu bugün özenle korunuyor. Hepsi de mimarının adıyla anılıyor. Müzeye dönüştürülen bu tesis Issel imzalı olsaydı, girişinde heykeli bile olurdu diye düşünmeden edemedim!
“Eski kömür işletmeleri, Ruhr Müzesi, sanayi mimarisi, Issel veya endüstri ikonu tamam da Ankara bu konunun neresinde?” diye sorabilirsiniz. İki günde Ankara hasreti başıma mı vurmuştu acaba!
Yok!
Ankara’daki Maltepe Elektrik ve Havagazı Fabrikasını yapan kişi Issel’di!
Ellerimizle yıktık! Dün gibi hatırlıyorum.
Hasret başıma vurdu mu bilmem ama Issel’in endüstri ikonu olacak tesisine, ilk kepçe bir gece yarısı karanlığında vurulmuştu…
Sanırım içim çok yandı. Bu bölümü paylaşmam gerek.
Issel’in Fabrikası
Ankara’nın ilk havagazı ve ilk kok kömürü ile çalışan elektrik üretim tesisiydi.
1928’de elektrik santrali ve bacaları, 1929’da havagazı fırınları ve 1933’de elektrik santrali geliştirilmişti.
Essen’de kaldığımız otelin odasında bile kocaman fotoğrafı olan kömür yükleme vinci dâhil hepsi bu tesiste vardı. Yaklaşık 60.000 metrekarelik bir alandaydı. Alman, İngiliz ve Türk ustalarca inşa edilmiş eşsiz bir tesisti.
Yakınlarındaki un fabrikası, diğer küçük ölçekli sanayi işletmeleri ve demiryolları ile birlikte Başkent Ankara’nın endüstri bölgesini oluşturuyordu.
Bir yanda… Değerlerimizin kıymetini bilenlerce Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 1991’de ‘taşınmaz kültür varlığı’ olarak tescil edilmişti.
Diğer yanda… Mülk sahiplerinden olan EGO, tescil iptal edilsin diye dava açtı, kaybetti. Üstelik Danıştay da onayladı.
Yok!
Yıkılmalıydı!
Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu (dikkat, ‘korumama’ değil!) 2006’da soğutma kulesi, vinç, havagazı deposu, raylar, pompa istasyonu ve elektrik santralinin bacalarının tescili kaldırdı. Yasal engel ortadan kalkmış, yıkımın önü açılmıştı, Büyükşehir Belediyesi 2006’da yıktı…
(Ayrıntılı bilgi için: https://www.goethe.de/ins/tr/ank/prj/urs/geb/ind/gas/trindex.htm)
Otelde, yatak başındaki dev tablo, kömür işleme tesislerinden müzeye dönüştürülen Ruhr Müzesi’nden bir fotoğraf
Otel odalarına tablo niyetine asmasaydık ama keşke yıkmasaydık…
Büyük Ozan’ın mısraları geldi aklıma…
Durun Nazım’ı analım, bir kısa bölümle de olsa, yazımıza şiir katalım!
Bıraksalar…
Bıraksalar, ince uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı…
Issel’in tesislerinin, bizim toprağımızın altındaki ve üstündeki değerlerimizin, çiçeğin, hatta böceğin, bugünlerde ‘uyutsak mı?’ diye tartıştığımız köpeklerin, sahipsiz kedilerin, kuşların veya yardıma ihtiyacı olan herkesin ve her şeyin korunmasının, akla ve insanlığa uygun yollarla korunmasının bir anlamda milli mücadele olduğunu düşünmüyor değilim.
Bıraksalar…
Issel’in tesislerini bıraksalar, birkaç yıla yüzüncü yılını kutlayacaktı…
Essen’de park-müze gezen Türkler
Parkı da müzeyi de kalabalıklarla gezdik. Gezenler arasında çoluk-çocuklu Türkler de vardı.
“Acaba…” diye düşündüm,
“Essen’deki bu parkı veya müzeyi aileleriyle gezen Türkler arasında, Botanik Parkı’ndaki seranın uzun yıllardır atıl kalmasında, Issel’in tesisinin yıkılmasında ihmali veya rolü olanlardan biri var mıdır? Varsa eğer gezerken aklına Ankara düşmüş müdür?” Eşi-çocuğu,
“Ne güzel yerler, iyi ki gelmişiz!” demişler midir? Üstüne,
“Bizde neden böyle yerler yok?” diye sormuşlar mıdır?
Soru karşısında su süzgeci, Göl Gazinosu, İller Bankası ve daha sayamadıklarımı da hatırlayarak şaşırıp, yutkunmuşlar mıdır?
Unutmadan…
Essen’de planlayıp da gidemediğimiz bir mekân varsa o da Villa Hügel’di. Burası, Atatürk’ün geldiği ve yemek yediği binaydı.
Sizin anlayacağınız parkta Botanik Parkı’nı, müzede Havagazı Fabrikası’nı hatırladım ve gittiklerimize ayrı, gidemediğimize ayrı hayıflandım!
Yücel Tuna ve Celal Aydemir
İki öğretmen.
Almanya’daki Türk öğretmen dernekleri var, bir de bu dernekleri bir çatı altında toplayan bir federasyon. Yücel Tuna, bu federasyonun (ATÖF-Almanya Türk Öğretmen Dernekleri Federasyonu) eş başkanı, Celal Aydemir de bu derneklerden birinin (Ruhr Öğretmenler Derneği) başkanı. Tuna ve Aydemir, arasında lokomotif görevi görüyorlar dense yeridir.
Öğretmenlere ve eğitime yaptıkları katkılarla bir anlamda sivil toplum örgütlerinin önemini ve gücünü ortaya koyuyorlar.
Tuna, geldiğimiz andan itibaren yanımızda oldu ve Essen’e uğurlayana dek bizi bırakmadı.
Celal Öğretmen; kapısında karavanı, kovanları ve rengârenk çiçekleriyle bahçesi, yanında Zaferin Yolu belgeselinin yönetmeni Sinan Çevik, ellerinde, sahip olduğu, müze açsa dolduracak kadar çok tarihi fotoğraf makinalarından sadece iki tanesi
Aydemir, bir çiftlikte yaşıyor ve bize de o havayı yaşattı.
Çiftlikler arasından geçilen bir yolla ulaşılan evlerinde Sevgili Eşi, çalışkan arıları ve sevimli kedileriyle tanıştık.
Kapısında karavanı, bahçesinde kovanları…
Müze açsa dolduracak kadar (600’den çok) tarihi fotoğraf makinaları…
Rengârenk çiçekleri, sebze tarhları ve meyve ağaçları…
Bir cennet yaratmış.
Kahvaltıdaki özel ikramı olan balı, kovandan birlikte çıkardık. Çıkardığımız petek, ilk mahsuldü. Müthişti. İyi ki orada yaşamıyorum yoksa Celal Öğretmen son mahsule dek bana bal vermekle baş edemezdi!
Tuna ve Aydemir Öğretmenlerime bir kez daha şükranlarımı sunuyorum.
Veee sabah sürprizi!
Yazı dizisinin sonunda sizi, Essen’deki ilk günün sabahına götürmek istiyorum…
Otele girerken akşamdı, çevrede ağaçlar, binalar da olunca etrafı ayrıntılı görmek mümkün değildi…
Sabah otelin 5. katındaki odamın penceresini açtığımda, karşımdaki manzara hoş bir sürprize gebeydi. Manzaranın ortasında uzun bir baca vardı.
Eskiydi.
Bu, Krupp tesislerinin tarihi bacasıydı.
Seyit Onbaşı’nın mucizevi bir şekilde tek başına dev mermiyi yerleştirdiği, Ocean Zırhlısı’nı batıran devasa topun yapıldığı tesislerin, Çanakkale Geçilmez destanını yazılmasına Mehmetçiklerimize omuz veren topların yapıldığı ve Atatürk’ün geldiği gezdiği, üretiminden ve üretimindeki kadın rolünden etkilendiği fabrikanın bacasıydı…
Otel penceresindeki sabah sürprizi, Krupp tesislerinin tarihi bacasıydı