Toplumsal çöküş bireyin içsel çöküşüne neden olur mu?

Bir ülkenin…
Çocukları gülmeyi unutmuş, genci gitmekte, kadınları susturulmuş, yaşlısı yorulmuş, hayvanların yaşam hakkı elinden alınmış, doğası katledilmiş, toplum sağır olmuş bir memleketin sessiz çığlığı…

Burası bir ülke…
Geceleri sessiz ama içi haykırış dolu. İnsanları ayakta ama yorgun. Hayvanları korku içinde, doğası zor durumda. Kalabalık sokaklar, sessiz ağıtlar taşıyor üzerinde. Göz göze gelmeden geçen binlerce insan, sanki tek bir ortak acıyı omuzluyor;
“Yaşamaya değil, dayanmaya çalışıyorlar”

Bir ülke düşünün ki…
Çocukları artık eskisi gibi gülmüyor.
Oyun parklarında sessizlik var; salıncaklar boş, kaydıraklar tozlu…Top sesleri değil, haber sesleri yankılanıyor evlerde. Bir çocuğun gözlerinin içine baktığınızda, orada olması gereken ışıltı yerine, erken büyümüş bir bakış buluyorsunuz. Oysa bir bisiklet olmalıydı en büyük dertleri, bir bez bebek, bir renkli top, sokakta hava kararlıcaya kadar oynamak… Ama şimdi onlar, açlık haberleriyle büyüyor. Siyasetin, ekonominin, krizlerin, reform vaatlerinin gölgesinde çocukluklarını kaybediyorlar. Kimi okul yolunda ayakkabısız, kimi karnı aç ama defteri dolu…Geleceğin ne olduğunu henüz öğrenemeden, “gelecek kaygısını” hissediyorlar. Yoksulluk artık yalnızca ceplerde değil; Masallarda eksilen kahramanlarda, renksiz boyalarda, sessizleşen çocuk kahkahalarında… Çünkü bu ülkede çocuk olmak, artık sadece büyümek değil; katlanmakla da eş anlamlı hale geldi. Ve bir toplumun çocukları sessizleşiyorsa geleceği susuyordur aslında.
***
Gençleri gitmekte…
Kimi bavuluyla, kimi yalnızca umutlarıyla terk ediyor bu toprağı. “Beni bu toprak büyüttü… ama artık doyurmuyor,” diyor sessizce.
Üniversite bitiyor, KPSS bitmiyor. Bitse bile iş yok, umut yok, istikrar yok. Evlilik desen, hayal olmaktan bile çıkmış; bir lüks, bir ütopya belki de. Gençler için tünelin sonunda artık ışık yok; çünkü tünelin kendisi bile çöküyor. Kalmak vatanseverlik değil, cesaret işi artık. Çünkü bu ülkede kalmak, geleceğini belirsizlikle paylaşmak demek. Gidenler utanmıyor, başını öne eğmiyor artık, çünkü “gitmek” bir kaçış değil, bir kurtuluş sayılıyor. Kalanlar ise suskun, kırgın, direnmeye çalışan birkaç idealistin omuzlarında yaşıyor umut. Hayaller bu toprakta değil, uçak bileti fiyatlarında, vize randevularında, taşınmayı bekleyen hayatlarında. Ve bir ülke, gençlerini tutamıyorsa, ne fikrini tutabilir, ne de yarınını…
**
Kadınları susturulmuş…
Kimi yüksek sesle haykırıyor, kimi yalnızca içinden, duyulmaz bir çığlıkla… Kimi dövülüyor, kimi tecavüze uğruyor, kimi sokak ortasında vuruluyor, kimisi yakılıyor. Ve kimileri yalnızca yok sayılıyor, hiç var olmamış gibi…Göz, göre göre günden güne… Kadının sesi kesildiğinde, bir toplumun sesi boğulur aslında. Çünkü kadın susturulunca, ev sessizleşmez, toplum sağırlaşır. Sokakta yürürken arkasını kollamak zorunda kalan her kadınla birlikte, bir medeniyet biraz daha karanlığa gömülür. Adalet, hep geç gelir. Kimi zaman hiç gelmez.
Ve adaletin geciktiği bir yerde, umut da çürümeye başlar. Kadının güvenle var olamadığı bir ülkede, hiçbir reform, hiçbir kalkınma, hiçbir seçim, gerçekten bir şey değiştirmez. Çünkü bir ülkenin gerçek refahı, kadınlarının korkmadan yaşadığı sokaklardadır. Ve o sokaklar artık sessiz…
Çünkü kadınların sesi bastırıldıkça, toplumun vicdanı da yavaşça ölüyor.
**
Emeklisi ve yaşlısı yorulmuş…
Bir ömür boyunca çalışmış, üretmiş, ülkesine alın teriyle hizmet etmiş insanlar… Şimdi park banklarında yalnız oturuyorlar. Ceplerinden çok, kalpleri boşalmış. Emeklilik onların hakkıydı, huzurla yaşlanmak, torunlarına masal anlatmak, sabah kahvesini gönül rahatlığıyla içmek… Ama olmadı.
Bugün onlar markette fiyat etiketlerine uzun uzun bakan, ilaçlarını bölerek kullanan, kombiyi kısmakla soğuktan hasta olmak arasında seçim yapmaya zorlanan kuşağın adı, emekliler. Bir zamanlar gençken hayal ettikleri “rahat yaşlılık” artık yalnızca bir ütopya. Ve belki de en çok kırıldıkları şey şu;
Unutulmuş olmak. Toplumdan, devletten, gençlerden… Sanki görünmez olmuş gibiler. Oysa onlar bir ülkenin hafızası, vicdanı, köküydü. Bugün ise kökler kuruyor; çünkü toprak artık susuz.
***
Hayvanları can sayılmayan…
Hayvanları katledilen, yaşam hakları ellerinden alınan… Sokakta bir kap suyu çok gören eller, cana kıyanlara sessiz kalan vicdanlar…
Barınaklar değil mezarlıklar olmuş şehirlerin kenarında. Doğa yalnızca insanlar için var sanılmış, diğerleri unutulmuş. Oysa bir ülkede merhamet önce en savunmasız olanlara gösterilir. Bir ülke hayvanlarına nasıl davranıyorsa, insanına da öyle davranır.
Çünkü vicdan, en çok sessizlerin çığlığına kulak verip vermemekte belli olur. Ve biz… bu sessiz çığlığa sağır olduk artık.
***
Doğası katledilen…
Doğası talan edilen, ağaçları birer birer kesilen,
toprakları madenle, zehirle, betona boğulan… nehirleri kurumuş, dereleri beton duvarlarla susturulmuş. Havası kirli, sesi gürültüden başka bir şey değil artık. Yeşil olan her şeyin “rant” sayıldığı, gökyüzünün bile griye teslim olduğu bir yer düşün. Oysa doğa sustuğunda, insanın iç sesi de susar. Ağaç kesildiğinde sadece gölge gitmez serinlik, hayat, nefes de gider. Ve toprağın canı acıdığında, en çok insanlık kanar. Çünkü doğa, intikam almaz…ama gün gelir, hatırlatır: Sesli, sessiz ben geliyorum geldim der. Son noktayı koyar.
“Bensiz yaşayamazsın.”der.

Ve toplum…
Toplum sağır olmuş artık. Yanı başındaki çığlığı duymuyor kimse. Biri ağladığında başını çeviriyor öteki, biri düşerken bakmıyor hiç kimse. Herkes kendi derdine çekilmiş, kendi yüküne gömülmüş. Haberler kanıksanmış adaletsizlik, fonda çalan tanıdık bir şarkı gibi geçip gidiyor. Hayat pahalılığı bir felaket değil de, sanki kaderin doğal haliymiş gibi kabul ediliyor. Dayanışma eskilerde kalmış, şimdi herkes kendi yangınını yalnız söndürüyor. İnsan, insanı görmüyor artık. Sokaktan geçenin yüzüne bakmıyor kimse; göz göze gelmek bile fazlalık sanki. Sanki herkes yalnızca kendine sorumlu, sadece kendine borçlu…

Oysa toplum dediğin;
Birbirini taşıyan omuzların, kalpten kalbe uzanan görünmez bir köprünün adıydı.
Köprü yıkıldığında, herkes kendi yakasında mahsur kalır. Ve şimdi biz, kalabalık bir yalnızlığın içinde kayboluyoruz. Toplum yıkılmaz sanmıştık, oysa önce aramızdaki bağlar çöktü. Çünkü bir milletin çöküşü, insanların birbirine duyduğu güvenin bitmesiyle başlar. İşte bu yüzden Yorgun kalpler ülkesiyiz artık. Çünkü ne umut var gözlerde, ne de güven yarınlara… Bu ülkede yaşamak, bir maraton değil, hiç bitmeyen bir sabır sınavı.
Gülmek, eskiden bir refleksken şimdi bir lüks.
Umut etmekse, neredeyse bir başkaldırı.
Ama yine de, hala sönmemiş kıvılcımlar var kalplerde. Bir annenin geceden sabaha uzanan duasında, bir çocuğun resmine çizdiği o inatçı güneşte, bir öğretmenin, sınıfta tuttuğu ışıkta…bir emeklinin yaşam sevincinde… Belki de hala kurtarılacak bir şeyler var. Henüz yıkılmamış hayaller, henüz susmamış sesler, Henüz yan yana durmayı unutmamış yürekler… Evet, yorgunuz….Ama hala buradayız. Ve bu toprak, üzerine basan her vicdanlı insanla yeniden yeşerebilir. Çünkü insan, toplumla başlar, toplum dediğin, rakamlardan, sistemlerden, politikalardan ibaret değildir. Toplum, insanla başlar. Ve insan, yoksulluğa değil,umutsuzluğa yenildiğinde kaybeder. Yıkım, çaresizlikle gelmez, direnmekten vazgeçtiğimiz an başlar çöküş. Bu yüzden belki de en büyük görevimiz,
Umut etmeye devam etmek… Karanlığa rağmen, gülümsemeye çalışan çocuklar için,
Yorgun ama hala ayakta kalmaya çalışan yaşlılar için, gitmeyip kalan, kalıp mücadele eden gençler için, sessiz dilsiz dostlarımız için, yeşilimiz, denizimiz ve toprağımız için…Ve her şeye rağmen susmayan kadınlar için. Çünkü bir toplumun en büyük direnci, hala inanan kalpleridir. Ve biz, o yorgun ama inatçı kalplerin ülkesiyiz.

Umudu onarmak için elele…

Çocuklar için:
Eşit ve erişilebilir eğitim sağlanmalı. Maddi durumu ne olursa olsun her çocuk kaliteli ücretsiz eğitime ulaşabilmeli.
Oyun alanları yeniden planlanmalı. Güvenli, temiz, ulaşılabilir çocuk parkları inşa edilmeli.
Beslenme desteği artırılmalı.
Yoksul ailelerin çocuklarına ücretsiz sıcak yemek ve kırtasiye desteği sağlanmalı.
Psikososyal destek sunulmalı.
Travma, yoksulluk ve ihmal gören çocuklar için uzman desteği artırılmalı.

Gençler için:
İstihdam olanakları geliştirilmeli.
Gençlerin yeteneklerine göre iş imkanı sağlanmalı. Girişimcilik desteklenmeli.
Ücretsiz ya da düşük maliyetli eğitim ve sertifika programları açılmalı.
Gençlere sosyal alanlar kazandırılmalı. Kültürel merkezler, kütüphaneler, gençlik meclisleri aktif olmalı.
Yurt dışı yerine, içeride gelecek kurmaları teşvik edilmeli.
Aidiyet duygusu güçlendirilmeli.

Kadınlar için:
Kadınlara yönelik şiddetle etkin mücadele edilmeli.
6284 sayılı yasa tam uygulanmalı.
Kadınların ekonomik özgürlüğü desteklenmeli.
Girişimcilik, istihdam ve eşit ücret politikaları geliştirilmeli.
Kadın sığınma evleri yaygınlaştırılmalı ve güçlendirilmelidir.
Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi yaygınlaştırılmalı.
Okullarda ve kamu kurumlarında verilmelidir.

Emekliler yaşlılar için:
Emekli maaşları yaşam standartlarına uygun hale getirilmeli.
65 yaş üstü bireyler için ücretsiz sağlık ve sosyal destek artırılmalı.
Aktif yaşlanma merkezleri kurulmalı. Yaşlılar sosyal hayattan kopmamalı.

Hayvanlar ve doğa için:
Hayvan hakları anayasal güvence altına alınmalı.
Hayvana şiddet TCK kapsamında gerçek yaptırımla cezalandırılmalı.
Sokak hayvanları için koruyucu barınma değil, özgür yaşam alanları oluşturulmalı.
Ağaç kesimi, doğa tahribatı denetlenmeli. Rant projeleri yerine çevre dostu yatırımlar öncelik olmalı.
İklim krizine karşı yerel ve ulusal acil eylem planları devreye alınmalı.

Toplumun yeniden birbirini duyması için:
Empati, vicdan ve sorumluluk duygusu güçlendirilmeli.
Birey bireye, yürek yüreğe yeniden bağ kurmalı.
Mahalle dayanışmaları kurulmalı.
Gençlerle yaşlılar arasında gönüllü köprü projeleri yapılmalı.
Medya dili daha yapıcı ve toplumsal duyarlılığı teşvik edici hale gelmeli.
STK’la iş birliği içinde uyumlu olunmalı.

Bu ülkenin en büyük çöküşü, yalnızca binaların yıkılmasıyla başlamadı. Asıl yıkım, umutların birer birer sönmesiyle başladı. Yorgunluk artık sadece bedenlerde değil; Kalplerde… Umutsuzluk sadece yarına değil, bugüne dair de bir inançsızlık artık. Göz göre göre kaybettik bazı şeyleri. Refahtan önce birbirimize olan güvenimizi, enflasyondan önce çocukların gülüşünü, adaletsizlikten önce insanın insana duyduğu saygıyı yitirdik.
Ama yine de…
Küllerin içinden doğan bir kıvılcım varsa, o hala buradadır. Bir çocuğun yeniden “kahkaha atmasında”, Bir kadının “korkmadan konuşmasında”, Bir gencin “kalıyorum” demesinde, Bir yaşlının “artık huzurluyum” demesinde, sessiz dostlarımızın” artık korkmadığı” ve “doğamızın nefes aldığı artık yaşıyorum” diyebilmesinde saklıdır. Evet, çok yorgunuz. Ama henüz geç kalmadık. Yeter ki yeniden birbirimizi duyalım. Yeter ki yeniden birbirimize “iyi ki varsın” diyebilelim. Çünkü bir toplum, kanunlarla ya da kurumlarla değil, kalbi hala atan insanlarla yaşar. Ve bu kalpler hala atıyorsa, umut da hala yaşıyor demektir.

SONSÖZ
Toplumu düzeltmek, büyük laflarla değil, küçük ama kararlı adımlarla başlar.
Her şeyden önce birbirimizi unutmamamız, “birlikte yaşamanın” ne demek olduğunu yeniden hatırlamamız gerekir.