Antik Yunanın üç önemli filozofu Sokrates, Platon ve Aristoteles bunların ortak noktaları; Demokrasi’yi eleştirmeleri ve Demokrasi’yi ideal yönetim ve yöneten-yönetilen ilişkisi olarak görmemeleridir.
Günümüzde demokrasi ve eşitlik düşmanı olan bir kesim de bu üç filozofun söylemlerini tekrarlayarak demokrasiye saldırıp durmaktadır ama peşinen söyleyeyim bu kesimlerde bu üç filozof gibi feci bir yanılgı içindedir.
Önce bu filozofların söylemlerine kısaca bir göz atalım ve sonra da nasıl yanıldıklarını anlatayım:
Platon insanların eşit olarak yaratılmadığını söyler ve bunu son derece normal addederek siyasal kuramını da bu eşitsizlik üzerinden kurar. Gerçi bütün insanlar kardeştir ancak Tanrı onları farklı özelliklerde yaratmış, her birisinin mayasını farklı karmıştır. Mayasında altın bulunanlar yönetici, gümüş olanlar savaşçı, tunç ve demir olanlar ise çalışan sınıfı oluştururlar. Bu üç kategoriyi eşit tutmak toplumun ve sitenin dengesini bozar. İyi toplum herkesin eşit olduğu toplum değil, herkesin işlevini yerine getirdiği toplumdur demiştir.
Platon için, aristokratik kuramın en yetkin temsilcisi ve demokratik değerlerin de en yıkıcı eleştiricisidir diyebiliriz. Temel demokratik değerlerin bireycilik, çıkarcılık ve cehalet olduğunu söyler ve demokrasinin öngördüğü eşitliğe karşı çıkar. Toplumu seçkin insanların yönetmesi gerektiği görüşündedir, yani tam bir elitisttir.
Platon: “Bir panayırdır demokrasi, beğen beğendiğini al… Kendimize halkın dostu dedirtmek yeter. Saygısızlık nezaket olur; kargaşa hürriyet; israf cömertlik; yüzsüzlük de yiğitlik. Eğitimsiz kitlelerle demokrasi yönetilirse oligarşi olur, devam edilirse demagoglar türer, demagoglardan da diktatörler çıkar.” Demiştir.
Sokrates: “Demokrasi’nin çok eksiklikleri ve hataları vardır; toplumsal kararlar, deneyimli, bilgili ve eğitimli insanlar tarafından alınmalıdır. Herkes devlet yönetimine karışırsa çoğunluğun aklıyla ‘rastgele’ kararlar alma riski ortaya çıkar.” Diyerek görüşünü dile getirmiştir.
Aristoteles: “Demokrasi, insanların sayı çoğunluğuna dayanarak dilediğini yapmalarından başka bir şey değildir. Demokrasi cahil kitlelerin egemen olduğu bir yönetim şekline hızla dönüşebilir.” Hükmüne varmıştır.
Görüldüğü gibi her üç filozofta aslında demokrasiye karşı katı bir elitizmin savunuculuğunu yapmışlardır, aslında bu birçok insana makul ve sağduyulu bir görüş olarak gelebilir lakin bu doğru değildir.
Bakınız James Surowiecki’nin bir kitabı var bu kitabı okumanızı tavsiye ederim kitabın adı Kalabalığın Bilgeliği: Neden Çoğunluk Azınlıktan Daha Akıllıdır.
Surowiecki bahse konu kitabında, çoğunluğun aldığı kararların nasıl azınlığa göre daha doğru olduğunu, bu olgunun politika, iş dünyası ve toplumun örgütlenmesinde ne anlama geldiğini pek çok örnekle anlatıyor. Bu kitabı okuduğunuzda üç filozofun nasıl yanıldığını da göreceksiniz.
Bu kitaptan önemli bir örneği aşağıda paylaşıyorum, kitabı okursanız daha birçok örnek bulacak ve çoğunluğun ortak aklının nasıl doğru sonuçlar üretebildiğini göreceksiniz:
Kalabalıkların bilgeliğinden söz edeceksek, sosyal bilimci Francis Galton’ın çalışmasını anarak başlayabiliriz. 1907 yılında Nature dergisinde Vox Populi (Halkın Sesi) başlığını taşıyan makalesinde kalabalıkların bilgeliği kavramının ciddiye alınması gerektiğine dikkat çeker. Üstelik bunu ilginç bir vaka çalışması ile de örnekler.
Francis Galton toplumun sağlıklı ve güçlü olabilmesinin tek yolunun soyluluk ve seçici çiftleşme sonucu ortaya çıkan bireylerce yönetilmesinden geçtiğini düşünürdü.
Bir sabah İngiltere Plymouth’da bir çiftçi festivaline giderken, o günün yaşamında ve görüşlerinde köklü değişikliklere yol açacağını tabii ki bilmiyordu.
Panayırda bir ağırlık tahmini yarışması yapılıyormuş. Ortaya bir öküz konularak katılımcılara kesildikten ve derisi yüzüldükten sonra kaç kilogram et çıkacağı sorulmuş. En yakın tahminde bulunanlar da bir para ödülü kazanacaklarmış. Sekiz yüz civarında çiftçi tahminlerini bir kâğıda yazmış. Aynı zamanda uzmanlardan yani kasaplardan oluşan bir grup da tahminde bulunmuş.
Galton ilk başta bu yarışmayı siyasi bir oylamaya benzeterek şunları yazmış:
“Ortalama bir yarışmacının, öküz kesildikten sonra elde kalacak etin doğru kilosunu tahmin etme şansı, ortalama bir oy verenin ülkesine faydalı olanı doğru bilme olasılığına benzer.”
Galton bu yarışmayı bir deneye dönüştürürken aslında “ortalama bir oy verenin” ne kadar beceriksiz olduğunu kanıtlamak amacını taşıyordu.
Kuşkusuz Galton’un tahmini, bulacağı ortalamanın öküzün gerçek kilosuna yakın bile olmayacağıydı. Sonuçta ona göre sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar “uzman”, bir kaç “ortalama insan” ve pek çok “aptal” insanın birleşmesiyle ortaya çıkan bir tahminin doğru olması mümkün görünmüyordu.
Yarışma bitip, sonuçlar açıklandığında ise Galton feci bir şekilde yanıldığını, yapılan tahminlerin ortalamasının gerçek sonuca inanılmaz bir kesinlikle yakın olduğunu görmüş. Hatta sıradan çiftçilerin ortak aklının tek tek uzmanlardan daha iyi olduğunu da fark etmiş.
Yarışmacıların tahminlerinin ortalaması, öküz kesildikten sonra 544 kg. olacağı yönündeymiş ve tartılınca elde edilen sonuç ise 544,5 kg. olmuş. Kalabalığın tahmininin ortalaması mükemmel denecek bir sonuç vermişti.
Galton’a göre: “Sonuçların demokratik bir yargıya, tahmin edildiğinden çok daha fazla dayalı olduğu” kanıtlanmıştı.
Kitapta kalabalıkların bilgeliğini ve verdikleri kararın doğruluğunu kanıtlayan daha birçok örnek var ve bu örnekler bu üç filozofun nasıl da yanıldığını açıkça ortaya koyuyor.
Ayrıca bu üç filozof elitleri çok idealize ederek doğru kararlar alabileceğini iddia etmişlerdir, lakin elitlerde insandır ve insani hatalar ile maluldürler mayalarında özel bir bileşen falanda yoktur. Bu yüzden toplumun ortak aklı daima doğru yolu bulmakta daha etkilidir, hele hele toplumun bilgi seviyesi yükseldikçe bu ortak akıl çok ama çok daha doğru kararlar alacaktır.
Burada asıl yapılması gereken toplumun karar almasına engel olmak değil çok doğru ve aydınlanmacı bir eğitim modeli ile toplumun bilgi seviyesini artırmaktır, aydınlanma devrimi işte bu yüzden çok önemlidir.