Bugün 1 Ekim ve Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıyor, yeni bir yasama yılı daha başlıyor.

Bu yeni yasama yılının en önemli gündeminin anayasa değişikliği olacağı ise şimdiden bellidir.

İktidar cenahı uzunca bir süredir “bir sivil anayasa yapalım” söylemini tutturmuş gidiyor, vatandaşta bu sivil anayasa söyleminin ne manaya geldiğini tam olarak anlamasa da “sivil olduğuna göre herhalde iyi bir şeydir” diyerek dinliyor.

Bakın sivil anayasa söylemi saçmalıktır!

Dünyanın hiçbir yerinde çiftçi, kasap, manav, ev hanımı, emekli yani sivil yurttaşlar toplanıp hadi bir anayasa yapalım dememiştir çünkü anayasa yapmak bir askeri güç meselesidir.

Anayasalar daima askeri bir güç sayesinde yapılır ve askeri bir güç ile korunur, bu askeri güç kaybedilirse de anayasal düzen dağılır, o düzen üzerine inşa edilmiş devlet yıkılır.

Ne yazık ki birçok başka kavram da olduğu gibi anayasa kavramında da vatandaşlarımızın kafası fevkalade karışıktır. 

Öncelikle şunu söyleyeyim anayasa bir egemenlik meselesidir, anayasalar bir ülkede kimin egemen olacağını ve egemenliğin ne şekilde, hangi koşularda kullanılacağını belirleyen temel metinlerdir.

Anayasal düzenler aslında çok ama çok yenidir ve hâlen yürürlükte olan en eski Anayasa 1787 Amerika Birleşik Devletleri Anayasasıdır. Amerika Birleşik Devletleri Anayasası'nın ilanıyla birçok sosyal ve siyasal hak ilk defa olarak anayasal güvence altına alınmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri Anayasası ise elbette ki İngiliz Monarşisinin egemenliğine son veren askeri bir zafer sayesinde yazılmıştır.

1776'da ilan edilen Amerikan Bağımsızlık Bildirisi ve 1789'da Fransa'da açıklanan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi anayasal düzenler açısından modern zamanlara geçişin müjdecisidir. 

Her iki metinde de insanların Doğal Haklarının varlığını kabul ettirdiği, bireysel özgürlüklerin devlet otoritesi karşısında korumaya alındığı görülmektedir. Bu süreçlerde Thomas Hobbes, John Locke ve Jean-Jacques Rousseau gibi aydınlar fikirleri ve eserleriyle önemli katkı sağlamışlardır.

18'inci yüzyıla gelindiğinde monarşi karşısında güçlenen halklar, sahip olduğu hakların güvence altına alınabilmesi amacıyla o dönemde monarkların yani imparatorlar, krallar, çarlar ya da sultanların egemenliğini sınırlayacak, insanların hak ve özgürlüklerini güvence altına alacak düşünce ve hareketler içerisinde yer aldı. 

Monarşinin mutlak gücüne yazılı ve üstün nitelikte belgelerle sınırlamaya yönelik düşünceler giderek dünyaya da yayıldı ve anayasa adı verilen belgelerle hanedan yönetimlerinin egemenliklerine çeşitli sınırlamalar getirildi.

Elbette ki bu egemenlik değişimi monarkların rızası ya da hoşgörüsü ile olmadı, neticede kimse iktidarını gönüllü olarak devretmez, güç dengeleri değişince iktidar dengeleri de değişmiştir.

Bu değişimi mümkün kılan da daima askeri güç olmuştur, bu yüzden de sivil anayasa söylemi içi boş bir söylemdir.

Türkiye Cumhuriyeti de kurulurken askeri gücü sayesinde Osmanlı Padişahının egemenliğine son vermiş ve kayıtsız şartsız milli egemenlik ilkesi üzerine yeni bir cumhuriyet inşa etmiştir.

Bu gün iktidar yeni bir anayasa yapmayacak ya da yeni bir anayasal düzen kurmayacaktır yapıp yapabileceği hâlihazırdaki anayasal düzenin şeklini ve var olan anayasayı değiştirecek değişiklikler yapmaktır. Bunu da zaten daha öncede defalarca yapmış bulunmaktadır yani ortada abartılacak bir durum yoktur.

Recep Bey’in “sivil anayasa” söylemini kullanmaktaki asıl muradı ise bu bahane ile görev süresi üzerindeki dönem sınırlamasını kaldıracak bir değişikliği kotarabilmektir. Bunu başarabilirse çıkıp “bak yeni bir anayasa yaptık, bu anayasaya göre önceki dönemler sayılmaz ve ben iki dönem daha seçilme hakkına sahibim” diyecektir buna itiraz etmeyecek bir muhalefet de yapılandırılabilirse “dadından yinmez kaymaklı ekmek gadayıfı” olacaktır.

Yani film 2023’de izlediğimiz film olacak…