O tarihlerde “Başbakan RTE’nin ‘yolsuzluk soruşturmasının siyasete, millete karşı bir uluslar arası çetenin tezgâhı ve kirli komplosu’ olduğu yönündeki iddialarının algı yönetiminin bir parçasıdır. Bu iddialarla somut delillere dayanan suçların üzeri örtülmeye çalışılmakta ve hukuksuzluklar mezruymuş gibi gösterilmek istenmektedir. 

Hukukçular olarak yaşanan bu gelişmelerden endişeli ve kaygılıyız.

Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında yargı ve ilgili birimlere müdahalede bulunuldu. Soruşturmada görev alan emniyet müdürleri ve personeli bir gecede hallaç pamuğu gibi dağıtılmış, sonrasında emniyette cadı avı başlayarak ülkenin her noktasında 5 binden fazla emniyet personeli sürülmüştür. 

Soruşturmada şüpheliler hakkında verilen tedbir kararları işleme konmadığı gibi konulmuş olanlar da şaibeli şekilde ortadan kaldırılmıştır. 

Soruşturmaları yürüten savcılar açık bir şekilde tehdit edilmiştir. 

Urla’da Başbakan’ın yakını bir işadamının 1. dereceden sit alanına yaptığı villaları yıkmak isteyen vali sürülmüştür. Hiçbir hukuki gerekçe gösterilmeden ‘paralel yapı’ iddiasıyla toplumun bazı kesimleri zan altında bırakılmıştır. 

Cadı avına dönüşen bu uygulamanın hâlâ devam ettiğini, yeni görevden almalarla kolluk kuvveti üzerinden baskı oluşturulduğunu ve kolluğun görev yapamaz hale geldiğini endişeyle izliyoruz. 

Görevden almalarla ‘paralel yapı’, uluslararası çete yaftalaması gibi şeytanileştirmelerle halkımızın gözünün boyandığını adeta halkımıza ‘cambaza bak!’ muamelesi yapıldığını düşünüyoruz.” 

Bu sözleri 27 Ocak 2014 günü İstanbul Adliyesi’nde Başbakan RTE hakkında suç duyurusunda bulunan 5 hukuk derneği adına açıklama yapan Sibel Şimşek söylüyordu.

RTE ve ekibi hakkında suç duyurusunda bulunan avukatlar suç duyurusu dilekçesini kabul ettirmek için saatlerce uğraştıkları ortaya çıktı...

Bağlı yargının bağlı savcıları vardı.

Dilekçe için 6 savcıya gittiklerini ve her savcının, "Bu benim görevim değil." dediğini belirten Adalet ve Hukuk Derneği adına suç duyurusu dilekçesi veren Avukat Süleyman Taşbaş, "İsmi güçlü kişiler olduğunda hukukun meseleye tereddütle yaklaştığını görüyoruz.

Suç duyurusunda bulunduğumuz isimler arasında Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan, İçişleri Bakanımız Efkan Ala, Adalet Bakanımız Bekir Bozdağ gibi isimler var. Dilekçemizi götürdük, ilgili savcıya teslim ettik. Savcı bey suç duyurusunda bulunduğumuz isimleri görünce 'benim görev alanıma girmiyor' dedi. 

Dilekçeyi kabul etmeyen savcıya; ‘Dilekçenin içeriğinde kanun maddeleri açıkça bu suçun sizin görev alanınızda olduğunu belirtiyor.’ dedim.

Sayın savcım biz burada yargılama makamı değiliz. Siz iddia makamı biz de savunma makamıyız. 

Dilekçemizi takdim ediyoruz dedik, 'Ben alamam' dedi. 

Telefonla Başsavcı ile görüştü. Sayın Başsavcı o zaman müracaat savcısına gidilsin demiş. 

Müracaat savcısına gittik. Müracaat savcısı 'benim görev alanıma girmiyor' dedi.

'Sayın savcım nereye gideceğiz?' dedim. 

'Özel suçlara bakan savcıya' gideceksiniz dedi. 

Özel suçlara bakan savcının yanına gittik o da 'Benim görev alanıma girmiyor' dedi. 

Başsavcı vekiline gideceksiniz' dedi. Başsavcı vekili 'Benimle alakalı değil, TMK ile alakalı savcıya gideceksiniz' dedi. 

O savcıya gittik, 'Beni ne ilgilendiriyor bu?' dedi. Artık biz tekrar başsavcının yanına gittik. 

Durumu izah ettik, bu şekilde giderse yargılama yapacak mahkeme bulamayacağız' dedik. 

Siz dilekçeyi almak durumundasınız' dedim.

Yaklaşık bir gün uğraşıdan sonra 5 adet derneğin ayrı ayırı suç duyurusuna bir dilekçe alınarak işlem tamamlanıyordu. 

Soru: Savcılar var mı, yok mu? &&&