Bugünkü yazımız, geçtiğimiz haftanın gündemini oluşturması gerekirken, oluşturulan suni gündemlerle “güme” giden bir konuyu ele alıyor.

İçiniz, sonuna kadar okumayı kaldırırsa, “biz ne ara bu hale geldik” diye sorabilirsiniz.Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından gerçekleştirilen, Türkiye’de Çocuk 2025 Araştırması’nın resmi sonuçlarına göre ülkemizde, 15 yaş altı her 100 çocuktan 32’si, toplamda 7 milyon 39 bin çocuk açlık çekiyor. Bir yandan, içimiz, Filistin’de açlıktan can veren çocuklara ağlarken, ülkemizde de durumun her geçen gün biraz daha bozulduğunu üzülerek yaşıyoruz.


Şimdi araştırmanın detaylarına bir bakalım. Sonra elbette bizimde bir çift lafımız olacak. 15 yaş altı 6,7 milyon çocuk günde bir öğün et, tavuk, balık, yumurta yiyemiyor. 7,8 milyon çocuk hayatında bisiklete binmemiş, parklarda paten sürmemiş. 2,5 milyon çocuğun doğru düzgün bir çift ayakkabı, üstüne giyeceği yeni bir kıyafeti yok. Yoksulluğun yanında ağır bir yoksunluk yaşıyor. 7 milyon çocuk doğum günü, arkadaş buluşması nedir bilmiyor, arkadaşlarıyla böyle bir gün için bir araya gelip eğlenmemiş. TÜİK verilerine göre, 5,5 milyon çocuğun oyuncağı dahi yok, hayatında oyuncak görmemiş, eline almamış. Yaklaşık 4 milyon çocuk yaşına uygun kitap, roman, öykü, dergi, çizgi roman gibi kaynaklara ulaşamıyor. Kültürel-eğitsel aktivitelere erişemiyor.


Boş zamanlarda kültürel sanatsal etkinliklerden uzak, spor yapma olanağından yoksun çocuk sayısının 14 milyon, şaka değil, birçok ülkenin nüfusundan fazla. Bu çocuklar sinema, tiyatro, konser nedir bilmiyor. Herhangi bir spor müsabakasını izlememişler. Hal böyle olunca da, 11 milyon çocuğun hayalinde anne-babası ve kardeşleriyle tatil diye bir şey olamıyor ne yazık ki. Bırakın tatili, akraba ziyaretlerine gidebilecek, maddi olanaklardan yoksunlar.


Bilindiği gibi, resmi rakamlara göre, Türkiye’de toplam nüfusun yüzde 28,4’ü yoksul. Ama çocuk yoksulluğu yüzde 35,3.Türkiye, çocuk yoksulluğunda ise Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) üyesi 37 ülke arasında Kosta Rika’dan sonra ikinci sırada. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Gelmemiz gereken nokta bu mudur?

Yetmiş yaşına merdiven dayamış biri olarak şunu söyleyebilirim. Yıllar yıllar önce, bizim durumumuz yukarıda sıraladıklarımızdan çok farklı değildi. Bizim de mahallemizde bisikleti olan arkadaş sayısı bir-kaçı geçmezdi. Bizde öyle kültürel etkinlikle katılamıyor, arkadaşlarımızın yaş gününü kutlayamıyorduk. Tek eğlencemiz mahallede çember çevirmek, telden yaptığımız arabalarla oynamaktan öte geçmiyordu.
Yani ülkemizin koşulları o günlerde kötüydü. Ama o günlerden bu yana tam 68 yıl geçmiş. Aklımın erdiği sene toplamı ise altmış. Ülke olarak birçok şeyle övünüyoruz. Ama gelin görün, yukarıda yapılan değerlendirmeler de bir gerçek. Hem de çok acı bir gerçek. Kişi başına milli gelirin 17 bin dolar olduğunda bahsederken, halen milyonlarca çocuğun gıdaya, beslenmeye erişemiyor olmasının bir açıklaması da olmalı değil mi?
Çocuklarımızın hali böyle de gençlerimizin durumu çok mu farklı?

Gençlerin; temel hak ve özgürlükler yanında insanca yaşam, insanca ücret ve geçim olanakları, nitelikli eğitim, üniversiteden sonra kolaylıkla iş bulma, kendi geleceğinden kaygı duymama gibi birçok kriterde karamsarlık ve umutsuzluk içinde olduğu da bir gerçek. 18 yaş ve üzeri, üniversite mezunu gençlerin yüzde 70’e yakın kısmının yurt dışında yaşamak istediğine ilişkin anketlere bu sütunlarda onlarca kez yer verdik. Genç işsizlerimizin oranı OECD ve AB ortalamasının çok üzerinde ilk sırada yer alan almıyor mu?

Özetle; Çocuklarımızın, gençlerimizin içinde bulundukları durumu, uçan, kaçan, zıplayan ekonomi ile açıklamak mümkün değil. Elbette, iyi şeylerde oluyor ama, o kadar az ki, bütünün içinde kayboluyor. Pırıl pırıl, yetişmiş, başarılarıyla dünyaya parmak ısırtan gençlerimizin sayısı hiçte az değil. Ama onları bu şartlar altında değerlendiremiyoruz. Onların ülkemizde gitmelerine adeta destek veriyoruz. Yurtdışında ekmek davası peşinde koşan binlerce yetişmiş, gelecek vaat eden gençlerimizin daha ne kadar küstüreceğiz. Onların yerine, sağlığımızı emanet ettiğimiz, dilimizi bilmeyen, ne dediğini anlamadığımız doktorlara bakıp sevinecek miyiz? Onların yaptığı binalarda, onların gerçekleştirdiği hizmetler bizim için yeterli olacak mı?

Daha yazacak o kadar çok şey var ki, günlerce bitmez. Ama artık, neleri kaybettiğimize bir bakalım. Yoksa, gün gelecek çok pişman olacağız!