Memlekette bir Osmanlıcılık sevdasıdır almış başını gidiyor ve lakin hemen hemen hiç kimse Osmanlı nedir ne değildir bilmiyor. Madem öyle Osmanlı sevdası peşinde koşanlara Osmanlıyı anlatmak farz olmuş demektir. Bakınız, Monarşik rejimlerde iktidar sık sık farklı hanedanlar arasında veyahut hanedan içinde yaşanan çatışmalar ve kanlı şiddet olayları sonucunda el değiştirirdi.

William Shakespeare tarafından yazılan “HAMLET” Danimarka'da geçen ve Prens Hamlet'in, kral olan babasını öldürdükten sonra tahta geçen ve annesi Gertrude ile evlenen amcası Claudius'tan nasıl intikam aldığını anlattığı tiyatro oyunudur. Oyun renkli bir biçimde kahır dolu kederden, hiddet dolu gazaba geçen gerçek ve yapmacık cinnetin izlediği yolu çizer ve ihanet, intikam, ensest, ahlaksızlık konularını işler... 

Shakespeare birde Osmanlı sarayında dönen dolapları, çevrilen entrikaları, işlenen cinayetleri bilse kim bilir böyle kaç kitap, kaç tiyatro oyunu daha yazardı. Birçok hanedanda iktidar peşinde işlenen cinayetler, çevrilen dolaplar görülmüştür ve lakin herhalde hiç bir hanedanda iktidara giden yol Osmanlı hanedanındaki kadar ölümcül ve kanlı olmamıştır. Çoğu kişinin sandığının aksine Osmanlı'da hanedan içi şiddet ve katliam Fatih ile başlamamıştır. Daha yolun başında başlar kanlı iktidar kavgası; Ertuğrul Bey ölür ölmez Osman Bey Beylik iddiasında olan amcası Dündar Bey'i öldürterek Beyliği almıştır.

Orhan Gazi'den sonra I. Murat padişah olarak biat alınca ilk işi iki kardeşi İbrahim ile Halil'i boğdurtmak olmuştur. Bilahare oğlu Savcı Bey'in üzerine gitmiş, yakalamış işkence yaptırıp gözlerine mil çektirmiş, kör ettirdikten sonra öldürterek ortadan kaldırtmıştır. Yıldırım Beyazıt ise biat töreni biter bitmez düşmanla savaşmakta olan kardeşi Yakup Çelebi'yi yanına çağırtarak çadırında boğdurtmuştur.

Yıldırım Beyazıt'ın Ankara yenilgisinden sonra Timur'a esir düşmesi ve zehir içerek intihar etmesi Osmanlı'da büyük bir karışıklık yaratmış ve kardeş kavgaları nedeni ile devlet tam on yıl padişahsız kalmıştı.1412'de on yıllık mücadele sonunda kardeşlerini alt eden I. Mehmet iktidarı ele geçirdi ve Padişah oldu. Kardeşler arasındaki mücadeleden galip çıkan I. Mehmet, kardeşi İsa Çelebi'yi hamamda yakalatıp boğdurttu. Sonra devam etti ve kardeşi Musa Çelebi'yi kullanarak diğer kardeşi Emir Süleyman'ı boğdurttu. Sonra da kardeşlerine karşı kullandığı diğer kardeşi Musa Çelebi'yi de boğdurtarak ortadan kaldırdı.

Padişah olarak tahta çıkan II. Murat ise, biat alır almaz ilk önce küçük kardeşi Mustafa'yı incir ağacına astırmak suretiyle boğdurttu. Diğer kardeşlerini öldürtmediyse de gözlerine mil çektirerek kör etti.

II. Murat sadece kardeşlerini katletmekle kalmamış, kendisine karşı geldiği için amcası Mustafa Çelebi'yi de boğdurtmuştur. II. Murat'ın ölümü ile tahta çıkan II. Mehmet, gelecek günlerde tehlike olur düşüncesi ile kundaktaki kardeşi Ahmet'i boğdurarak ortadan kaldırdı. Elbette ki Şehzade Ahmet ilk değildi. İlk olanı, Bizanslılarla birlikte hareket eden Şehzade Orhan'ı yine Bizanslılarla anlaşarak idam ettirmesiydi.

Konstantinopolis’in fethi sonrasında Fatih unvanını alan II. Mehmet çıkarttığı Fatih Kanunnamesi ile kardeş katlini yasalaştırarak bu hanedan içi şiddeti kanunileştirmiştir. Fatih Sultan Mehmed'in “Ve her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizam-ı alem içün katl itmek münasibdir. Ekser ulema dahi tecviz etmişlerdir. Anınla amil olalar.” diyen kardeş katli kanunu Osmanlı'nın kanlı iktidar yapısını kurumsallaştırmıştır.

Tesis edilecek bir Nizam ı âlem ya da korunacak devletin bekasının insan canına, kardeş kanına tercih edilmesi aslında iktidar kavgasında kan dökmeyi meşrulaştırmaktan başka bir şey değildir. Elbette Fatih sonrasında da Osmanlı hanedanında kardeş ve çocuk katliamının ardı arkası kesilmedi. Osmanlı'da bu kanunun uygulanışı ile ilgili tüm örnekleri vermeye kalksam bu yazı makale olmaktan çıkar ve küçük bir kitaba dönüşür, bende bu yüzden örneklere devam etmeden işin esasına gireceğim.

Birçok tarihçi Osmanlı'yı kutsar, toz kondurmaz ve “devletin bekası” gerekçesine sığınarak kurumsal hale getirilmiş hanedan içi şiddet sistemini tartışmaya açmak istemez. Oysa Osmanlı hanedanındaki iktidar yapısı dünya monarşileri tarihinde eşi benzeri görülmedik şekilde kötü ve yanlış inşa edilmiştir, bu yapıyı ve bu yapının yol açtığı sonuçları tartışmak gerekir.

Erdoğan Aydın’a göre bu kanunla Osmanlı  “orman kanununu devletin yasası yapmış, kimin ordusu daha çok, danışmanları da kurnaz ve asıl önemlisi saraydaki devşirme hizibi daha güçlü ise onun kazandığı, ama sonucu bir dizi savaş ve ahlaki kirlenme olan bir geleneği devlet düzeyinde kutsamıştır.”
Bana göre de birden çok köle cariyeden olma, birden çok şehzadeye padişah olmakla ölmeye razı olmaktan başka seçenek bırakmayan, bu kanlı iktidar savaşları toplumun tüm enerjisini ve devletin tüm istikrarını yok etmiştir.

Valide sultan olup oğlunu padişah yapmak ile uzak, eski, köhne bir köşkte çile doldurup oğullarının katlini seyretmek seçenekleri arasında sıkışıp kalan köle cariyeler iktidar mücadelesini hareme taşımışlardır. Osmanlı'da iktidarın ve hanedan içi savaşın karargâhı bu yüzden harem olmuştur. Dönme devşirme cariyeler, hadım köleler ve dönme devşirme asker, sivil bürokratlar arasındaki ittifaklar ile el değiştiren bir iktidar mücadelesi yüzünden gücünü boşa harcayan Osmanlı diğer çağdaşı toplumlardan ekonomik, askeri ve bilimsel olarak çok geri kalmıştır.

Biliyoruz ki bu ölümcül mücadelenin ne kanunu vardı, ne kuralı ve nede ahlakı; en güçlü ittifakı kurabilen cariye oğlunu padişah yapabiliyor, diğerlerinin kaderi ise hadım ağalarının elinde ibrişim kementte can vermek oluyordu.

Burada şehzade analarının dönme devşirme köle cariyeler olması, toplumla dini ya da etnik bağlarının bulunmaması bu ölümcül rekabetin dozunu daha da arttırmaktaydı. Bazı şehzade annelerinin yabancı hanedanlar ile olan bağı ise mücadelenin başka bir boyutunu oluşturmaktadır.

Bu ittifakların kurulabilmesi için hangi maddi manevi ödünlerin verildiği, hangi menfaatlerin dağıtıldığı, nelerin peşkeş çekildiği, hangi sinsi ve ahlaksız tezgâhların kurulduğu elbette bugün tam olarak bilinememektedir, neticede rüşvetin, peşkeşin, iltimasın bir kaydı kuydu olmuyor.

Haremde elbette sadece iç ittifaklar kurulmuyordu, dış güçler ile de ittifaklar yapılması da iktidara yürümek için olmazsa olmaz bir gereklilikti. Bu ölümcül savaşta adam satın alabilmek çok önemliydi, daha çok ve daha güçlü adamları satın alabilecek maddi kaynağa ulaşabilen şehzade anaları elbette ki bu kanlı yarışta çok büyük bir avantaj elde etmiş oluyordu. Bu mali kaynağa erişebilmek için kim bilir neler taahhüt edilmiş, nelerden vazgeçilmiştir, keşke bilebilsek.

Bunca kan ve şiddet bir işe yaramış mıdır? Çok değil Fetret devrinde nerede ise çöken devlet Fatih, Yavuz ve Kanuni devrinde gücünün zirvesine çıkmış, lakin Kanuni zamanında başlayan duraklama, hızla çöküşe dönmüş, dünyadaki gelişmelere ayak uyduramayan, geri kalan Osmanlı devleti kurulduktan 600 yıl sonra yıkılmış ve Osmanlı hanedanı iktidarını kaybetmiştir. Bu iktidar süresi uzun gibi görünse de mesela milattan önce 11 Şubat 660'da kurulan ve 2680 yıldır hükümran olan Japon Yamato hanedanı ile kıyaslanırsa çok kısadır.

Bu 600 yıllık zaman diliminde on yıllık bir fetret dönemi ve onlarca isyan yaşanmış 36 padişahtan 13'ü yani yaklaşık üçte biri halledilerek tahttan indirilmiştir, bu sayıya Yıldırım Beyazıt'ın dört oğlundan katledilen üçünü de eklersek halledilen, katledilen padişah sayısı 16'ya çıkmaktadır. Görüldüğü üzere bu kanlı iktidar mücadelesi sadece tahta aday olup kaybeden şehzadelerin değil tahta çıkmayı başaran birçok padişahın da canına mal olmuştur.

Eminim Shakespeare Danimarka sarayı yerine Osmanlı haremini yazsa meşhur repliğini “Padişah olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” şeklinde değiştirirdi...