Gece başlayan yangın, yüzlerce hayali küle çevirdi. Bolu Kartalkaya'da iki haftalık tatil için yola çıkan aileler, gelecek planlarıyla doluydu. Ancak bu planlar maalesef duman olup gökyüzüne savruldu. Yıllar önce doğa yürüyüş grupları ile birkaç kez bu bölgede yürümüştüm. Ormanlarla çevrili bu alan, adeta bir film setini andırıyordu. Karlar içinde yürüyüşümüzü tamamladıktan sonra
otelin lobisinde yorgunluk kahvemizi keyifle yudumlamıştık. Şarkılar ve türküler eşliğinde doğanın, karın ve anın tadını çıkarmıştık. Biz havaya savrulmadık; ama bu hafta o otelde bulunan güzel aileler yanıp kül oldular ve havaya savruldular. Geride kalan ailelerin acısını kimse tarif edemez. “Ateş düştüğü yeri yakar” derler; bizler de bu tarifsiz acıyı derinden hissettik. Hala o kabus dolu anları düşündükçe içimiz kor ateş gibi yanmaya devam ediyor. Ancak insanoğlu güçlü bir varlık; düştüğü, sarsıldığı yerden bir
şekilde ayağa kalkmayı başarabiliyor. Yitip giden canların yakınlarına sabır dilemekten başka elimizden birşey gelmiyor. Umarım en kısa zamanda bu olayın sorumluları bulunur ve adalet önünde hesap verirler.
32 YILLIK YANGIN: UĞUR MUMCU
İçimizi 32 yıldır yakan bir başka olay da gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun uğradığı suikastın faillerinin hala bulunmamış olmasıdır. 24 Ocak günü Mumcu’nun evi önünde toplananlar, usta gazetecinin yalnız olmadığını bir kez daha haykırdı. Güneşli bir sabaha uyanan Ankara, 32 yıl önce karlı bir sabaha gözlerini açmıştı. İrticanın ve din tüccarlarının foyasını bir bir ortaya seren Mumcu, bu olayların aydınlatılması için verdiği mücadeleden asla ödün vermedi. Çıkar çevreleri, cesur bir Cumhuriyet gazetesi yazarı olan Uğur Mumcu’yu suikastla susturabileceklerini düşündüler; ama yanıldılar. Onun yazıları, kitapları ve ortaya koyduğu gerçekler, karanlıkları birer birer deşifre etti. Mumcu, ardında geleceğe ışık tutan eserler bıraktı. Anısını yaşatmak, bizim boynumuzun borcudur.
Nazım Hikmet’in satırlarıyla...
"Kapıları çalan benim,
Kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem,
Göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli
Oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
Büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
Gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
Külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
Hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
Kağıt gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
Teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin,
Şeker de yiyebilsinler.”
Bu satırlarda olduğu gibi, yok yere ölüme savrulanların anısı, bizler için bir sorumluluk taşır. Geleceği karartmamak için geçmişi unutmamak gerek…