Namus, Yazar Fatma Çiçek’in kaleminden ve FGK yayınlarından 2024 yılında çıkan bir roman. İç kapaktaki verdiği mesaj, romanın da bir anlamda özeti gibi: “Nefis zirveye tırmanınca vicdanı susturur. Pişmanlık ise uçurumun kenarından alır, insana bambaşka kapılar açar.” Bu aslında insan yaşamında da çoğu kez bir konuda evet ya da hayır veya kendimizle ilgili bir kararı verirken takındığımız tutum için de geçerlidir. İnsan egosu çoğu zaman buna engel olur. Egosunu yenip aklıyla hareket edenler, çoğu kez uçurumdan geri döner hem egosunu yenmiş olur hem de kendisi için başka kapı açmış olur. 

Yolunu kaybeden Halil’in, Seher’in kapısını çalmasıyla başlayan roman, yine Halil’in Cabir’in idam edileceği ip son anda kesmesiyle bitiyor. 

Şair, yazar, Fatma Çiçek’in yayınevinin kaleminden kitabın basım tarihine kadar olan biyografisini okuyalım: “27 Nisan 1962 doğumlu olan yazar, Bursa’nın Orhaneli ilçesi, Girencik köyünde dünyaya geldi. Dört yaşındayken ailesiyle birlikte Orhaneli’ne yerleşti. Altı yaşında başladığı Orhaneli Merkez İlkokulu’ndaki başarılı öğrencilik yıllarından sonra mezun olup aynı ilçedeki ortaokula devam etti. Ortaokulun birinci sınıfındayken ilk yarıyıl sonunda ailesiyle birlikte Almanya’nın Wanne-Eickel kasabasına yerleşip hazırlık sınıfına başladı. Altı ay içinde, Almanca okumayı ve yazmayı tam olarak başardığından Albert Schweitzer Haupt Schule’de Alman sınıfına adım attı. 1978 yılında Ankara’ya taşınıp 1979 yılında da evlendi. Evliliğinden Bahar Maçkan adında ve 2002’de de da Ömer Burak adında torunu dünyaya geldi.

1992 yılında yeniden Bursa’ya taşındıktan sonra yazdığı şiirlerle edebiyat dünyasına adımını attı. 2017’de, “Yaşanmamış Baharlar” adlı ilk şiir kitabını çıkardı. Öykü ve roman çalışmalarına da devam eden yazarın ilk öykü kitabı olan “Düş Tohumları” Haziran 2021’de okurlarıyla buluştu. Hâlen roman, öykü ve şiir yazmaya devam etmektedir.”

Şair, yazar Çiçek, romanın konusuyla ilgili şöyle diyor. “Bu kitapta geçen olaylar gerçektir. Yaşanmış hayatlardan kurgulanarak yazılmıştır.” O kadar gerçekçi bir söylem olmuş ki yadsımak mümkün değil. Romanı okuduğunuzda Anadolu’nun herhangi bir köyünde, kasabasında bir yanıyla kulağınıza çalınmış olayların konusu olduğunu anımsayacaksınız. Şunun altını özellikle çizmeliyim, konular öylesine incelikle işlenmiş ki 248 sayfalık romanı, zamanınız uygunsa, bir çırpıda, ayraç kullanmadan okuyup bitiriyorsunuz. Bu da yazarın kaleminin sağlamlığını, konulara yön verişini ve roman yazma konusunda ustalığını gösteriyor.

Roman kahramanları: Saliha, Salih, Seher, Cabir, Halil, Ahlat ağacı ve diğerleri, usta kalem Fatma Çiçek’in marifetiyle rolünü çok iyi oynuyorlar.

Ahlat ağacının yanında oynarken, çocukluk yıllarında “Büyüyünce söyleyeceğim” diyerek verilen sözler gün olup yaşamlarına yön çiziyor. Çocuk yaşlarında kalplere atılan sevgi tohumları yıllar sonra filizleniyor ancak, köy koşulları ve kapalı toplum olmanın getirdiği korkaklık/çekingenlik ya da pasiflik Cabir’in Saliha’yı zorla kaçırıp alıkoymasıyla başka bir evreye giriyor.

 Salih’in, şehirdeki tanıdığı arkadaşları ile Cabir’ dövmesi/dövdürmesi, Cabir’in Saliha’dan saklaması, daha sonra tekrar ölümüne dövülüp bırakılması, yoldan geçen bir kişinin tesadüfen görmesi ve hastaneye kaldırması Cabir’i hayata döndürüyor.

 Yiğit, yakışıklı, yardımsever ve varlıklı Cabir, dayaktan sonra kendisine gelip eski sağlığına kavuşamıyor. Salih ile Saliha artık her fırsatta bir araya geliyorlar. Çoğu kez Saliha vazgeçmek istese de (kendince) yaptığı yanlıştan, duygularına karşı gelemiyor, yüreğindeki Salih’e karşı olan sevgisine yenik düşüyor. 

Yazarın kitabın iç kapağına koyduğu söz, tam da bu anı anlatıyor belki de!.. “Nefis zirveye tırmanınca vicdanı susturur. Pişmanlık ise uçurumun kenarında alır, insana bambaşka kapılar açar.” Nefse/sevgiye yenik düşülüyor, pişmanlık olsa da uçurumun kenarından çekip alacak güçte olamıyor…

Bir solukta okuduğum, NAMUS romanını okumanızı öneririm. Konusu ve sürükleyiciliği bakımından okunası bir roman olmuş. FGK yayınevini ve şair, yazar Fatma Çiçek’i kutluyorum.

Romandan kısa bir iki kesit vererek, yazımı bitirmek istiyorum.

“Sesini çıkarmazsan elimi çekeceğim.” Sesin sahibi Salih’ti. Saliha dondu kaldı. İki dünya bir araya gelse aklına bile gelmeyecek tek insandı. Salih’in, eli ile göğsü arasına sıkışmış başını zorlukla, “Ses çıkarmayacağım, tamam,” anlamında aşağı yukarı salladı. Ağzındaki el yavaş yavaş çözülürken, Saliha geriye döndü. “Salih, neden yapıyorsun bunu, senin ne işin var burada? Bir gören olmadan hadi çık git, yoksa başın belaya girer, benim de başımı yakacaksın.”

“Yapma Salih, gel yol yakınken çık git. Hadi uyma şeytana. Hadi Salih, çocukluktaki o güzel günlerin hatırına. Bak ben evlendim barklandım. Ne sana ne bana yakışmaz. İnsan arkadaşına bunu yapar mı? sonra çok pişman olur üzülürsün. Hem ister misin ben mutsuz olayım?”

“Ben çok mu mutluyum! Saliha? 

Saliha, itekledikçe Salih daha bir hırçınlaşıyordu. “İkimizin mutsuzluğuna da sebep sensin.” diyerek Saliha’nın giysilerini yırtıyordu. Elini eteğinin altına daldırdı. Saliha, direniyor, direniyor, direniyordu… Ne kadar zaman geçti farkında değildi. Samanların üstünde, ikisi de çırılçıplak yan yana uzanmışlar yatıyorlardı. Saliha ağlamaya başladı. “Neden, neden yaptın bunu?” Salih, cevap vermeden yerinden kalktı. Vakit öğleye varmak üzereydi. Üzerini giyip üstünü başını silkeledikten sonra, “Yine geleceğim Saliha,” diyerek ahırın kapısından çıkıp gitmişti.”