GONCAGÜL KONAŞ
Türkiye, dünyada kanser vakalarının en hızlı arttığı ülkelerden biri. Sağlık Bakanlığı verilerine göre bu yıl yaklaşık 255 bin yeni kanser tanısı bekleniyor. Uzmanlara göre sadece tedavi değil, aynı zamanda bu artışın nedenleri de dikkatle ele alınmalı. Bu tartışmaların odağında yer alan isimlerden biri de Dr. İlker Mamur. Beş yıldır ‘akrep zehrinden elde edilen gıda takviyesi tedavisi’ üzerinde çalışan Mamur, bu yöntemi Türkiye’de uygulayan ilk hekimlerden biri. Geliştirdiği yöntemle yalnızca kanser değil, otoimmün hastalıklarda da kişiye özel tedavi sunduklarını belirtiyor.
“TEDAVİYE KENDİMLE BAŞLADIM”
Dr. İlker Mamur, akrep zehrini temel alan tedaviye kendi romatizma hastalığı için başladığını belirterek, “Yaklaşık beş yıl önce bir akrep çiftliğine medikal danışmanlık yapıyordum. Gazi Üniversitesi İmmünoloji Anabilim Dalı'yla birlikte testler gerçekleştiriyorduk. Yayınları okudum, düşündüm ve sonunda bu yöntemi ilk olarak kendi üzerimde denemeye karar verdim. O günden beri romatizma ataklarım olmadı.” dedi. Mamur, bu deneyimin ardından yöntemi bilimsel çerçevede geliştirmeye devam etmiş ve şu an birçok hasta üzerinde uyguluyor.
HEDEF: HÜCRE İÇİ SODYUM DENGESİ
Mamur’un geliştirdiği yöntemin merkezinde, kanserli hücrelerin farklı iyon dengesine sahip olması fikri yatıyor. “Kanserli hücrelerde normalden 3 ila 7 kat daha fazla sodyum kanalı bulunur. Gıda takviyesi, bu sodyum kanallarını açarak hücre içine yüksek miktarda sodyum girişini sağlar. Hücreye aşırı sodyum girişi hücrenin ölmesine sebep olur.” diyen Mamur, bu mekanizmanın kemoterapi gibi yaygın tedavilere destekleyici olarak kullanılabileceğini vurguladı.
Ayrıca mide pH’ını 2.5 seviyelerine indirerek proteinin parçalanmasını sağladıklarını belirten Mamur, bu sayede uzun süreli bir enerji üretimi elde ettiklerini ve kimyasal kalıntı oluşmadığını ifade ederek, “Bu yönüyle, sıradan enerji içeceklerinden farklı olarak etkisi 3 hafta sürüyor.” dedi.
OTOİMMÜN HASTALIKLARDA DA ETKİLİ
Geliştirilen tedavi yalnızca kanser değil, romatizmal ve otoimmün hastalıklarda da kullanılıyor. Dr. Mamur bu yöntemin MS, ALS, egzama, sedef, ülseratif kolit, Crohn gibi hastalıklarda da etkili olduğunu belirten Mamur, “Hasarlı hücreleri hedef alıp öldürürken, sağlıklı hücrelerin kalmasına izin verdiği için bu hastalıklarda güvenli ve etkili sonuçlar elde ediyoruz.” ifadelerini kullandı.
YAN ETKİLER: HİPONATREMİ VE POTASYUM DÜŞÜKLÜĞÜ
Her ne kadar doğal kaynaklı bir tedavi yöntemi olsa da, akrep zehrinden elde edilen gıda takviyesi bazı yan etkileri de beraberinde getirebiliyor. Dr. Mamur, bu nedenle hastaların sürekli takip altında tutulduğunu vurguladı. “En sık gözlemlediğimiz yan etki hiponatremi, yani sodyum düşüklüğü. Bu baş dönmesi, uyku hali, bilinç bulanıklığına neden olabilir. Potasyum düşüklüğü ise göğüs ağrısı gibi kardiyak belirtiler oluşturabilir. Bu nedenle tedavi süresince laboratuvar kontrolleri düzenli yapılmalı.” şeklinde konuştu.
“KABIZLIK BİZİM İÇİN KONTRAENDİKASYON”
Mamur’un dikkat çektiği bir diğer önemli konu ise bağırsak sağlığı. “Tedavi öncesi ve sırasında kabızlık büyük bir engel. Kabız hastaya bu tedaviyi uygulamıyoruz. Çünkü toksin atılımı vücut dışına sağlıklı şekilde gerçekleşmezse, faydadan çok zarar verebilir.” diyerek, Ayrıca akrep zehrinin kan pıhtılaşması üzerinde etkisi bulunduğu için hastaların kanama sürelerinin yakından izlendiğini belirten Mamur, “Her ne kadar toksik etkisini ortadan kaldırmış olsak da, zehrin fizyolojik etkileri göz ardı edilemez.” dedi.
KEMOTERAPİYE DESTEK: “YATAĞA DÜŞÜRMEYEN BİR SÜREÇ”
Dr. Mamur, bu yöntemin kemoterapiye alternatif değil, tamamlayıcı bir destek olduğunu vurgulayarak, “Kemoterapiyle eş zamanlı kullanılan hastalarda dördüncü haftadan itibaren klasik yan etkilerin çoğu görülmemeye başlıyor. Saç dökülmesi, halsizlik, yorgunluk gibi kemoterapiye bağlı etkiler azalıyor. Ayrıca bu yöntemle nötropeniye (beyaz kan hücresi düşüklüğü) rastlamıyoruz.” diye konuştu.
“BU TEDAVİYE TÜRKİYE'DE İLK BAŞLAYAN HEKİM OLABİLİRİM”
Bugüne dek akrep zehrine dayalı birçok alternatif tedavi girişimi olsa da bunların çoğunun sağlık eğitiminden yoksun kişilerce yürütüldüğünü belirten Mamur, bilimsel çerçevede bu yöntemi uygulayan ilk hekim olduğunu ifade etti. “Yasal prosedürler nedeniyle bu alanda hekimlerin uygulama yapması zor. Bugüne kadar bu yöntemi uygulayanlar arasında lise mezunları, emekli uzman çavuşlar bile vardı. Ama Sağlık Bakanlığı’nın denetimiyle bu işin hekimlerce yapılması gerekiyor.” şeklinde aktardı.
“AMACIMIZ TÜMÖRÜ ORTADAN KALDIRMAK”
Tedavinin etkinliğine dair de veriler paylaşan Mamur, başarıyı “hastaya taahhüt edilen sonucun gerçekleşmesi” şeklinde tanımlayarak, “Bir hastaya amacımız tümörü ortadan kaldırmak, bir diğerine cerrahiye uygun hale getirmek olduğunu söylüyoruz. Hastaların beklentilerini karşılayabilme oranımız oldukça yüksek. Ancak bu sadece bizim yöntemimizle iyileştiler anlamına gelmiyor. Tedavi sürecinin önemli bir ayağı olduğumuzu gösteriyor.” dedi.
“BİLİMSEL DESTEK ÇAĞRISI”
Dr. Mamur, yöntemin yaygınlaşması ve bilimsel açıklık kazanması için üniversitelerin sürece dahil olmasını istediğini vurgulayarak, “Bazı hastaların PET-CT raporlarında ‘metabolik aktivite durmuştur’ deniyor, ama bu kitlenin neden öldüğünü bilimsel olarak hâlâ tam açıklayamıyoruz. Üniversitelerden bu konuda destek bekliyoruz. Ortak çalışmalara hazırız.” ifadeleriyle sözlerini