Bir zamanlar hayat daha yavaştı. Çocukların kahkahası sokaklarda yankılanır, yaşlıların sözü evin direği kabul edilirdi.
Sofralar sadece ekmekle değil, sevgi, sohbet ve dua ile bereketliydi. Komşunun çocuğu, kendi çocuğumuz gibiydi; bir selam, bir gülüş, bir tabak yemek komşuya verilmeden yenmezdi. Ama şimdi… Dünya malına sevdalandık. Çalıştık, kazandık, evlerimizi büyüttük ama huzurumuzu küçülttük. Arabalarımız çoğaldı, soframız eksildi. Evlerimizi süsledik ama içimizi boşalttık. Çocuklarımızı kreşlere, yaşlılarımızı huzurevlerine bıraktık; biz ise işlerin, projelerin, toplantıların peşinden koştuk. Biriktirdik, sakladık, çoğalttık… ama farkında olmadan en kıymetli hazinemizi kaybettik: Birbirimizi.
Bir zamanlar hayat sade ama anlamlıydı. İnsanlar azla yetinmeyi, çokla paylaşmayı bilirdi. Kalpler genişti, sofralar bereketliydi. Göz göze bakmak bir kelimeydi, susmak bile bir anlaşmaydı. Şimdi her şey hızla değişti. Sesimiz çoğaldı ama sözümüz azaldı. Evler büyüdü, kalpler daraldı. Konforumuz arttı ama insanlığımız eksildi. Çocuklar bir zamanlar evin neşesiydi; gülüşleri sabahın ışığı gibiydi, varlıkları huzurdu. Şimdi bir ekranın önünde yalnız büyüyorlar. Parmakları tablete dokunuyor, gözleri bize hasret. Biz “bugün çok işim var” derken, o “birlikte oynayalım” demeyi bıraktı. Oyuncaklar aldık ama masal anlatmadık. En güzel kıyafetleri giydirdik ama sevgimizi esirgedik. Oysa bir çocuğun ihtiyacı oyuncak değil; gözlerine bakan bir çift göz, kalbini ısıtan bir sarılıştır. Biz onları büyütürken, aslında onların çocukluğunu kaybettik.
Yaşlılar bir zamanlar evin duasıydı. Dizlerinin dibinde oturmak huzurdu, sessizce dinlemek bir terbiyeydi. Şimdi ya huzurevindeler ya da yalnızlar, odalarında kendi gölgeleriyle konuşuyorlar. “Büyüklerimizin ellerinden öpelim” derdik, şimdi “çok konuşuyorlar” diyoruz. Her yüzdeki eldeki kırış bir hayat dersidir; onları susturdukça kendi geleceğimizi yetim bırakıyoruz. İnsan köklerinden koparsa kurur. Öğretmenler bir zamanlar saygının simgesiydi. Eliyle değil, yüreğiyle şekil verirdi insana. Şimdi o yürek, sınıflarda yetim kalıyor. Emek görünmüyor, değer verilmez oldu. Oysa öğretmen, bir çocuğun kaderine dokunan ilk eldir. Biz kalemi küçümsedik, sonra neden doğru yazamadığımızı anlamadık.
Evlilik bir zamanlar bir ömür sözüydü. “İyi günde, kötü günde” sadece bir cümle değil, bir inançtı. Sabır tükendi, tahammül zayıfladı; sevgi, gösterişin gölgesinde soldu. Dostluk bir zamanlar candan, saf ve karşılıksızdı; şimdi mesaj kutularında “görülmedi” yazısına sıkıştı. Oysa evlilik, iki kalbin birbirine emanetidir; dostluk, hayatın yükünü hafifleten bir yürektir. Komşuluk bir zamanlar paylaşmaktı. Bir tencere kaynadı mı, kokusu komşuya ulaşırdı. Şimdi aynı apartmanda oturup birbirimizin adını bilmez olduk. Kapılar kilitli, gönüller kapalı. Bir tabak yemek götürmenin, bir “nasılsın?” demenin yerini uygulama bildirimleri aldı. Komşuluk, insana insan olmayı öğreten en sade ilişkidir; biz o sade güzelliği şehir kalabalığında kaybettik.
Ve belki de en derin kaybımız, kendimize değer vermemek. Kendimizi dinlemeyi, ruhumuzu beslemeyi unuttuk. Çalıştık ama dinlenmedik, tükettik ama doymadık. Bedenimiz yorgun, kalbimiz suskun, ruhumuz kırık. Bir an durup “ne istiyorum?” demeye vakit bulamadık. İş bir zamanlar alın teriydi; helal lokma bir gururdu. Şimdi iş, hırs ve rekabetin başka adı oldu. Ne kadar çok kazanırsak, o kadar çok kaybettik. Çünkü huzur artık maaş bordrosunda yazmıyor. Vicdan, ahlak, emek… paranın yanında unutuldu.
Gençler bir zamanlar bir milletin umudu, ışığı, yarınıydı. Şimdi kaygıyla büyüyor; gözlerinde umut değil, korku var. Onlara güven vermemiz gerekirken, sürekli “daha fazlasını yap” dedik. Oysa gençler yarış atı değil; bir ülkenin kalbidir. Doğa, sessiz şahitlerimizdi. Bir ağacın gölgesinde dinlenmek, bir serçeye su vermek, bir çiçeğe dokunmak ibadet gibiydi. Şimdi doğayı betonla boğduk, hayvanları yalnız bıraktık, toprağın sabrını tükettik. Unuttuk ki doğa bize ait değil, biz ona emanetiz.
Bir zamanlar zengindik; parayla değil, sevgiyle, saygıyla, duayla. Evlerde bereket vardı çünkü gönüller genişti. Şimdi her şeyimiz var ama hiçbir şeyimiz yok. Çünkü insan, insandan uzaklaştıkça fakirleşir. Ama hala geç değil. Yeter ki yeniden birbirimize bakalım. Bir çocuğun gözlerine, bir yaşlının ellerine, bir öğretmenin emeğine, bir dostun kalbine, bir ağacın gölgesine… İşte o zaman kaybettiklerimizi buluruz yeniden. Çünkü insan, unuttuğu sevgiyi hatırladığında, her şeyi geri kazanabilir.
SONSÖZ
Bütün bunları kaybettik, çünkü dünya malını, çıkarı ve hırsı ön plana aldık. Oysa Sultan Süleyman bile bu dünyadan eli boş gitti; tabuta mal konmaz, ama dua konur. Hırsı değil sevgiyi, rekabeti değil dayanışmayı, parayı değil bereketi seçmedikçe kaybetmeye devam edeceğiz. İnsanı insan yapan, kazandıkları değil; kaybetmeden kıymet verdikleridir.