Üniversite yıllarımda, muhasebe derslerine giren hocalarımdan biri “vergi kaçırmanız mümkün değildir, ancak bir süreliğine erteleyebilirsiniz. Gün gelir katlamalı olarak karşınıza çıkar” demişti. Şimdi bakıyorum da, ülkemizde enflasyon rakamları açıklandıkça bu söz aklıma geliyor. Siz enflasyon rakamlarını istediğiniz kadar gizlemeye çalışın, gün geliyor bugünlerde yaşadığımız gibi bir bakıyorsunuz aylar sonra patlayıveriyor.

Biz; “bu ülkede yapısal ve radikal tedbirler alınmadığı sürece, palyatif tedbirlerle enflasyonu önlemek mümkün değil” dedikçe enflasyonla mücadalede bir “tık” gerileme yaşanmıyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in neredeyse iki sene önce devraldığı enflasyon rakamına ancak ve ancak mart ayı sonu itibariyle ulaşabildik. Yani Yüzde 38’le devralınan enflasyon, 20 küsur aydan sonra yüzde 38.1’e geriletilebildi ve bu durum vatandaşlara “enflasyonu düşürüyoruz” diye anlatılıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) mart ayı enflasyon rakamını yüzde 2.46 olarak açıkladı. Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) ise mart ayı enflasyon rakamını yüzde 3.91 olarak tespit etmiş. İstanbul Ticaret Odası da (İTO) 3.79 olarak belirlemiş. Yıllık enflasyonu ise ENAG yüzde 75.2, İTO yüzde 46.23 ve TÜİK de yüzde 38.1 olarak açıkladılar.

Hepimizi yakından ilgilendiren gıda enflasyonunda ise durum  TÜİK’i de, Bakan Şimşek’i de yalanlıyor. Şubat ayında yüzde 35.11 olan resmi gıda enflasyonu  mart ayında yüzde 38.12 olarak gerçekleşmiş. Yani, torbada ne kadar lüzumsuz ürün varsa, gerçek enflasyonu saklamaya yetmemiş. Vatandaşın sofrasın fiyatlar sadece bir ayda yüzde 2.1 oranında artmış. Hesap bu kadar basit. Don lastiğiyle, pinpon topuyla, soba borusuyla oluşturulan enflasyon sepetinde, ağırlık puanı düşürülmesine rağmen gıdanın etkisi açık-seçik görülüyor. Hayat ucuzlamıyor, aksine her geçen gün biraz daha pahalanıyor.

Enflasyon bir ülke vatandaşları için en ağır vergi yüküdür. Sadece üç ayda resmi rakamlara göre enflasyonun gelirlerimiz üzerindeki olumsuz etkisi yüzde 10.6’ya ulaşmış durumda. Yani 22 bin 104 lira olan asgari ücret 19 bin 881 liraya, 14 bin 469 lira olan emekli asgari maaşı da 13 bin liraya gerilemiş.

Yıl başından bu yana evimize giren paraya bakıldığında değişen bir şey yok ama, biz yüzde 10.6 oranında fakirleştik. Alınan maaşları açlık sınırı ya da yoksulluk rakamıyla kıyaslandığında ise durumun vahameti bir ez daha ortaya çıkıyor. Televizyon ekranlarına çıkan, kendilerine mikrofon uzatılan tüm vatandaşlarımızın ortak tek bir söylemi var. Vatandaşlarımız artık geçinemediklerini, açlık sınırı altında yaşadıklarını dillendiriyorlar. Özellikle eğitim çağından birkaç çocuğu olan aile bireylerinin sıkıntıları ise bambaşka boyutlara ulaşmış durumda. Bir önceki yazımızda da belirtmiştik, çocuklarımız okula karınları aç gidiyorlar, beslenme çantalarında inanın yiyecek bir dilim ekmeği olmayanlar çoğunlukta.

Makarnayla, ekmekle beslenen bir nesil yetiştiriyoruz. Bir kilo etin, peynirin, sütün girmediği hanelerde, beslenme bozukluğuna bağlı, birçok çocuk hastalığı yaşanıyor. Bir kilo et için asgari ücretli bir babanı ya da annenin 6 saat çalışması gerektiği ülkemizde, sağlıklı bir beslenmeden bahsetmek mümkün mü?

Bizi kıskanan Almanya’da bir kilo et için 1.1 saat çalışılma yeterli olurken, Estonya, Sırbistan, Karadağ, Macaristan, Malta, Letonya, Çekya ve Yunanistan’da iki saatlik bir çalışmayla bir kilo et alınabiliyor. Diğerlerini yazmaya utanıyoruz, lütfen kıyaslandığımız ülkelere bir bakar mısınız?

Özetle;

Enflasyonla mücadele adı altında yaratılan illüzyon ne yazık ki tüm çabalara karşın iflas etmiş durumda. Mücadeleyi sadece çalışanların omuzuna yıkan, onların alım gücünü baskılamanın netice vermediği artık orta yerde dururken, aynı politikalarda ısrar etmek gerçekten biraz saflık olmuyor mu?

“Enflasyonla mücadele ediyoruz, bunun için de topyekun tasarruf edeceğiz” deyip, yine bildiğini okuyan bir bürokrasi ve yönetim anlayışıyla gelinen nokta, iki yıl önceki enflasyonu yakalama başarısı oluyorsa, sizlerde bir yerlerde hata yapıldığını düşünmüyor musunuz?

Artık, illüzyonun bittiğinin, gerçekleri görmenin ve gerçek anlamda bir mücadele başlatmanın da zamanın gelmedi mi?  Sadece çalışanların, emeklilerin maaşlarını “ne versek ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla harcayacaklar, tasarruf yapmayacaklar” diyerek kısıntı yaparak, enflasyonu arz edilen seviyelere indirme düşüncesinin, sizce de hayalden öte bir anlamı var mı?