Yıl 1999 Haziran ayında İstanbul’da kitap fuarı olduğunu, sürekli okuduğum Cumhuriyet gazetesinde görünce, hemen İstanbul’a gitmek için bir otobüs bilet aldım.
İki şiir kitabım Ayrıntı matbaasında basılmıştı. İlk şiir kitabım “DUDAKLARIM ÇÖZER KALBİNİN DÜĞMELERİN,in ikinci baskısını, diğer şiir kitabım “TAKMA DİŞLİ SEVGİLİM”le kitapçıların raflarında yerini almıştı.
Büyük bir heyecanla kitaplarımı çantama koyup, fuarın yapılacağı İstanbul’a yolculuğa çıktım.
Kitap fuarında kitaplarımı imzalayıp vereceğim yazarlar ise başta, İlhan Selçuk, Hikmet Çetinkaya, Mustafa Balbay, Cevat Çapan, ve SHP genel başkanlığı yapan Erdal İnönü olacaktı.
Bendeki cahil cesaretine bakar mısınız.İki şiir kitabı yazmışım ve ülkemizin yetiştirmiş olduğu çok değerli, Cumhuriyet gazetesi köşe yazarlarına kendi kitaplarımı imzalayıp vermek istiyorum. Oysa normal şartlarda fuarda, sıraya girip bu değerli gazeteci ve yazarlarımızın kitaplarını benim almam gerekir.
Önce fuarda SHP genel başkanı Prof. Dr. Erdal İnönü’nün masasının bulunduğu sıraya girdim. Çok uzun bir kuyruk vardı. Erdal İnönü, sanki parti başkanı değil bir yazar kimliğiyle kitabını imzalatan okurlarıyla kısa sohbetler edip. Şakacı kişiliğiyle keyifli bir ortam da imza günü devam ediyordu.
Kitap imzalatma sıra banda geldi. Bende “Takma Dişli Sevgilim” şiir kitabımı “Dudaklarım Çözer Kalbinin Düğmeleri” kitabımın altına koydum. Erdal İnönü bana baktı ve,
“Kendi yazmış olduğu ,Kitabını kastederek verin imzalayayım dedi”
Bende, ”Efendim ben iki şiir kitabı yazdım ve kabul ederseniz onları imzaladım size takdim etmek istiyorum” dedim. Erdal İnönü ve sırada bekleyen okurlar “ne oluyor” deyip bana baktılar. Erdal İnönü kitaplarımı elinde evirdi çevirdi ve “Takma Dişli Sevgilim “şiir kitabıma bakıp ”oooo entresan dedi. Teşekkür etti. Ben sırada bekleyenleri daha fazla bekletmemek için o masadan heyecandan nasıl ne zaman ayrıldım bilemiyorum.
İlk heyecanımı atlatıp sürekli köşe yazılarını takip ettiğim “Hikmet Çetinkaya’ya imzalı kitabımı verdim. Kendisi de çok nazikçe teşekkürlerini söyledi. Başarılar diledi.
Cumhuriyet gazetesinin Kitap ekinde Yerli ve yabancı şairlerin şiirlerini Türkçe çevirisin, yayınlayan “Cevat Çapan”nın masasında soluğu aldım. Sıramı bekleyip adına imzalı kitaplarımı kendisine verdim. Diğer Köşe yazarların tersine “Cevap Çapan bana,
“Kusura bakma kitaplarınızı köşemde yayımlayamam” dedi.
“Yok, efendim beni yanlış anladınız. Ben sadece kitaplarımı imzaladım size vermek istiyorum. Sizden şiir kitaplarımı köşenizde yayımlamanızı istemiyorum”. Dedim.
Çok bozulmuştum. Fuardaki kalabalıktan ve yorgunluktan bana böyle davrandığını düşünerek yine de içim ezilmiş bir vaziyette yanından ayrıldım.
Kitap fuarının başka bir köşesinde “Mustafa Balbay’ın kitap imza kuyruğuna girdim. Sıranın bana gelmesini bekledim. Kendisiyle Ankara’da aynı mahallede oturmamızdan dolayı bir göz aşinalığımız vardı. Köşesinde ki esprili ve düşündürücü yazıları benimde öykülerimde çok büyük yardımcı unsurlar olmuştur.
Mustafa Balbay’a kitaplarımı verdim ve kendisine “sizden izin almadan bir sözünüzü şiir kitabımın başında kullandığımı söyledim. Bu sözünün kitabımda yayınlanmasına çok sevindi.
Bu söz ”Bin yıl sonrasını düşünüyorsan sanatçı yetiştir” sözüydü.
Kitaplarımla ilgilendi bir iki şiirimi okuyup “daha nice kitaplar yazarsın” dedi. Bende kendisine teşekkür edip yanından ayrıldım.
İşin en zor kısmına gelmiştim. Fuarda nerdeyse altı saattir gezip duruyordum fakat benim istediğim ve finalini yapmak istediğim yazarım İlhan Selçuk’tu. Âmâ kendisine değil masasına bile yaklaşamadım. Tam bir okur izdihamı vardı. Yazarımız kafasını kaldırmaya fırsat bulamıyordu. Bir köşede beklemeye başladım.
Boş bir anını yakalayıp hemen kitaplarımı kendisine vermek istiyordum. Yazma hevesime öncülük eden bu duayen gazeteci ve yazarımıza bir şekilde ulaşmak isteğim yüzünden Ankara’dan İstanbul’a gelip saatlerce beklemeyi göze almıştım.
12 Mart 1971 de Ziverbey köşkünde yaşadığı işkenceleri, yazılarında akrostiş tekniğiyle yazıp gün yüzüne çıkarmıştı. Ben ve benim gibi birçok arkadaş da bu teknikle şiirler yazmaya başlamıştık.
Fuarın kapanmasına yakın İlhan Selçuk salondan dışarı çıktı. Yanında ne bir koruma ne danışman kimse yoktu. Tek başına fuar alanının avlusunda yürümeye başladı. Bende hafiye gibi arkasından kendisin takip etmeye başladım. Kalbimin atışları mehteran orkestrasının büyük kös davulunun sesi gibi atmaya başladı.
Arkasında birinin kendisini takip ettiğini hisseden İlhan Selçuk, durdu ve yüzünü bana döndü. Benim dudaklarım arasında birkaç kelime çıktı ama ben bile bu sesimi zor duydum. Kendimi toparladım ve,
“Efendim, size ulaşmak istedim ama etrafınız çok kalabalıktı, yazmış olduğum iki şiir kitabımı imzaladım size vermek istedim ama bir türlü size ulaşamadım. Kabul ederseniz kitaplarımı, her sabah Cumhuriyet gazetesiyle berabere evimize konuk olana siz değerli yazarıma ağabeyime vermek istiyorum”.
Kitaplarımı aldı başlıklarına bakıp” ilginç başlıklar kullanmışsın. Çok teşekkür ediyorum başarılarının devamın diliyorum” dedi. İçimdeki coşkuyla ve sevinçle yazılarına da her daim yansıyan asaletine baka kaldım. Bazen çok uzun uzun konuşmak gerekmiyor. Bu kısa konuşmamız ve tanışmamız benim için yıllarca unutamayacağım bir anı oldu.
Ne tesadüftür ki Haziran1999 da İlhan Selçuk’la İstanbul’da kitap fuarında tanımanın mutluluğunu yaşamıştım. On bir yıl sonra yine Haziran 2010 yılında hayata gözlerini yumduğu gün kendisini bu sefer Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde sonsuzluğa uğurlamanın hüznünü yaşadım.