Siyasetçilerin tarihine baktığımızda, çıkarları uğruna parti değiştiren birçok siyasetçiye tanık olmuşuzdur. Bu ilkesizlik ve doymazlık yüzünden üzülen ve sömürülen ne yazık ki hep oy veren vatandaşlar olmuştur. “Bu kadar da olmaz!” dediğimiz her şeyi maalesef yaşayıp gördük ve görmeye devam ediyoruz.
İşte hayali bir örnek!!! Eğitim hayatı boyunca hep "idare eder" seviyesinde gitti. Ne çok başarılıydı ne de tamamen başarısız… Zor bela orta öğrenimini tamamladı. Üniversite mi? O biraz fazla lükstü. Zaten aile büyükleri, "Okuyup da ne olacak? Önemli olan hayatta başarılı olmak!" diyerek onu erken yaşta ticarete yönlendirdi. Önce küçük işlerle başladı. Biraz al-sat yaptı, biraz borç aldı, biraz borç verdi. Kimi zaman battı, kimi zaman kazandı. Ticaret dünyası ona adeta bir lunapark treni gibi geliyordu: Bir yukarı, bir aşağı! Ama yılmadı. "Düşe kalka öğrenirim," dedi ve gerçekten de öğrendi. Tam işler yoluna giriyor derken siyasete bulaştı. Nasıl mı? Eh, bu işler genelde bir tanıdığın "Gel, sen de bizimle ol," demesiyle başlar. Öyle de oldu. Önce parti toplantılarına katıldı, konuşmalar yaptı, sloganlar attı. Sonra fark etti ki siyaset, ticaretten pek de farklı değil: Eğer iyi konuşur, güzel vaatler verir ve kendini iyi pazarlarsan yol alırsın!
Bir süre sonra "Neden ben de aday olmayayım?" diye düşündü. Önce yerel seçimlerde şansını denedi. Olmadı. Sonra milletvekilliği için bir kapı aralandı. O da "Denemekten zarar gelmez," diyerek yola çıktı. Sonuç mu? Seçildi! Hem de nasıl olduğunu kendisi bile tam anlayamadan...
Şimdi koca bir ülkenin yönetiminde söz sahibiydi. Ticarette öğrendiği "kar-zarar hesabı" yerine, siyasette "oy kaybı-oy kazanımı" hesabı yapıyordu. Meclis kulislerinde çayını yudumlarken eski günlerini hatırlayıp gülümsüyordu: "Şu eğitim işini biraz daha ciddiye
alsaydım, belki bakan bile olurdum!" Kim bilir, belki bir gün o da olur... Bu ülkede her şey mümkün!