Sonsöz Gazetesi’nin 9 Şubat 2022 tarihli sayısında, “Korkuyorum” başlıklı
yazımın bir bölümü şöyle.“2020 yılında yaptığım bir açıklamada, ilk kez korktuğumu da dile
getirdim. Türkiye’yi ve Dünya’yı evi, üstünde yaşayanları ailesi, farklılıkları
doğal zenginlik sayan bir insan olarak, ülkem adına korktuğumu dile getirdim.
Korktuklarımdan bir bölümü gerçekleşti.
Ölümcül şiddet olayları, gizli ve silahlı çetelerin varlığı, çatışmalar, orman
yangınları, seller, depremler, kazalar, kadınların öldürülmeleri, çocukların
kaçırılmaları, hayvanların toplu veya tek tek katledilmeleri, kocaman görünen
silahlı erkeklerin doğal ortamlarında yaşayan hayvanları avlamak (?) için
ormanlara girmeleri, dağlara gitmeleri, yeşil yok edilerek, göğü delen yüksek
binaların vahşi insan eliyle tasarlanması ve inşa edilmesi, siyasetçiler arasında
ve basında yoğunlaşan dil şiddeti, siyasetçilere ve gazetecilere saldırılar, halka
ayırımsız; sevgi, saygı, hoşgörü, şefkat ve dostlukla seslenmesi gerekenlerden
yağan yalan, iftira, tehdit ve hedef gösterme sağanağı,…“
Gazetemin 6 Temmuz 2022 sayısında ise, 16. yüzyılda yaşadığı tahmin
edilen Halk ozanı Pir Sultan Abdal’ın, Sivas-Banaz yöresine ait bir türküsündeki
“Derdim çoktur, hangisine yanayım” dizesine, “Konu ve Sorun Çoktur,
Hangisini Yazayım?” eklemesini yaparak yazımın başlığını şöyle belirledim.
“Derdim Çoktur Hangisine Yanayım, Konu ve Sorun Çoktur Hangisini
Yazayım?”
“Kadınlara yönelik cinayetlere mi, çocuklara, annelere, babalara yönelik
şiddet çeşitlerine mi, orman yangınlarına mı, insanların neden olduğu sellere
mi, ne yazık ki kadınların da içinde olduğu insanlar tarafından sokaklardaki ve
doğadaki hayvanlara yönelik işkenceli şiddet çeşitlerine mi, doğdukları
topraklardan, sulardan, denizlerden ve ailelerinden koparılarak, uçaklarla,
gemilerle, yabancı ülkelere, elbette Türkiye’ye de getirilen canım hayvanlara
mı, Yurdumuzdaki, komşularımızdaki ve Türkiye’den uzak yerlerde olmasına
karşın diğer topraklardaki, bizi de yakan silahlı çatışmalara mı, şiddet çeşitlerine
mi, insanları doğrayarak öldüren katillere verilen iyi hal indirimlerine mi
yanalım? Konu ve insanın ürettiği sorun çoktur hangisini yazayım?"
Bugünkü yazımın başlığı neden “Gözlerim, Kulaklarım, Yüreğim, Başım,
Türkiye’m” şeklinde? Başlıktaki dört organımı yönetmekte zorlanıyorum.
Çünkü, 6 Şubat ve 6 Temmuz 2022 tarihlerinde dile getirdiğim şiddet çeşitleri
azalacağına arttı. Gözlerim gördüklerine, kulaklarım duyduklarına inanamıyor,
engel olamıyor. Yüreğim zorlanmakta, başım dik durmakta sorun yaşıyor.
Kimin utanması gerek? Ben mi utanmalıyım, insanlıktan çıkan, bizlere öğretilen, örnek
olarak gösterilen şiddetin tanımlarını ve çeşitlerini alt üst edenler mi?
Bu yazımda yine sessizce haykırıyorum. İlk kez 2020 yılında dillendirdiğim
korkularım artık tavan yaptı. Ne oluyor, bu toprakların insanına?
“Kutuplaşmış Türkiye’de, kutuplaşmış gazetecilik, hatta kaybolmuş
medya var” diyor bir basın üstadı. Bir başka basın üstadı, bir cesur yürek,
hapisteki gazeteciler için “gerçekte hapsedilen ifade özgürlüğüdür” açıklaması
yapıyor. Acaba, bunları söyleyebilen iki güzel insan, iki üstad, gözlerini,
kulaklarını, yüreklerini ve başlarını yönetirken çok mu zorlandılar? Onlarla
konuşmadım, ancak kendime güvenerek “elbette evet” diyebilirim.
Milli Eğitim Bakanlığı, kız-erkek karma eğitimi yavaş yavaş sonlandıracak
bir girişimin içinde. Kız ve erkek çocuklarının, gençlerinin birlikte yer aldığı
eğitime “Karma Eğitim” diyor, bilim insanları, gazeteciler, öğretmenler, eğitim
yöneticileri, siyasetçiler, aileler, gönüllü kuruluşlar, sendikacılar. Hayretle
izliyorum.
Neyin karması, insan soyu iki cinsten oluşuyor, tamam. Kadın ve erkek.
Kız ve erkek çocuklar. Bunlar insan. Bir araya gelince nasıl karma olur, hayret.
Katılmıyorum bu çeşitlemeye. Çocuk, genç, kadın, erkek.
Diyanet İşleri Başkanlığının ve müftülüklerin, şiddet kullanmadan
önlenmesi gereken yorumları, açıklamaları. 4 yaşındaki küçücük çocuklara, 18
yaşını tamamlamamış çocuklarımıza yönelik uygulamaları. Sözde dinsel
eğitimleri ve çocukların evlenmelerine yönelik asla kabul edilemez yaklaşımları.
Okullara, eğitim vermek için atanacak din görevlileri. Milli Eğitim Bakanlığı,
Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan ÇEDES
programı. Sadece başlığına bakarsanız çok hoş. “Çevreme Duyarlıyım,
Değerlerime Sahip Çıkıyorum”. Çevreye bakınız, Türkiye çöp ve izmarit
mezarlığı. Kirletenler arasında öğrenciler de var, öğretmenler de. Değerlere
sahip çıkılacak. Hangi değerlere? Din, inanç, siyasal görüş, kültür, ırk, köken ve
ekonomik olarak çok farklı insanların yaşadığı bir ülke Türkiye. Değerler tek
değil, çok. Bu farklılıklar doğal zenginliğimizdir elbette. Çok olan değerlerimizi,
asla tek yapamazsınız, diğerlerini tek’in içinde yok edemezsiniz.
Değerlerimize elbette sahip çıkılacak. Hatta özel bir sahiplenme, savunma
politikasına da gerek yok. Herkes, şiddet içermeyen, Türkiye Ailesi anlayışının
yok olmasını hedeflemeyen yöntemlerle kendi değerlerini yaşayacak, sahip
çıkacak. Herkes, başka değerlere de saygı duyacak, farklı değerleri komşu
değerler olarak kabul edecek. Bu değerler, binlerce, milyonlarca yılın, ölçülemez
emeklerin, hatta ağır acıların ve haksız bedellerin ürünü.
Siyasetçiler ve yetki alanlar, binlerce yılın birikimli ile oluşmuş farklılıkları,
doğal zenginlikleri, uzun süreli olarak ortadan kaldıramazlar, yok edemezler,
değiştiremezler, dönüştüremezler.
Güzellikleri, doğal zenginlikleri; gözlerimizin görmesini, kulaklarımızın
duymasını, yüreğimizin, beynimizin hissetmesini, başımızın dik durmasını ve
Türkiye’mizin hep mutlu, şiddetsiz ve umut dolu yaşamasını diliyorum.
Yazılarımı kısaltacağıma söz vermiştim Gazeteme. Bu kez de başaramadım. Sanıyorum, gelecek sayıda da, başlığa uygun konuları yazacağım. Polis, jandarma ve halk ilişkileri, çevre kıyımları, toplanma, ifade ve şiddetsiz tepki özgürlüğü, İçişleri Bakanımız Ali Yerlikaya’ya daha önce yaptığımız önerilerin yinelenmesi, anımsatılması.Yaşadıkça, kimseyi ötekileştirmeden, şiddet içermeyen görüşlere, inançlara, kültürlere ve diğer farklılıklara saygı duyarak Türkiye’nin ve
Dünyanın, yerin üstündeki gerçek cennet haline gelmesine damlacık olsa da katkıda bulunmaya çalışacağım. Dayan gözlerim, dayan kulaklarım, kapanmayın sakın, dayan yüreğim, durma sakın, dik dur başım, eğilme sakın, sevgi, dostluk ve barış içinde yaşa
Türkiye’m, şiddeti besleme sakın.