Halk egemenliğine dayanan devletlerde vergiler daima bir kanuna dayalı olarak salınır ve kim, ne zaman, ne kadar vergi ödeyeceğini bilir.
Demokrasinin iyi işlediği ve güçlü olduğu devletlerde vergi koyan hükümet ile vergi ödeyecek kesimler çata çat pazarlık ederek makul bir vergi seviyesinde anlaşırlar. Dahası böyle devletlerde vergi toplayarak harcayan hükümetler bu harcamalarının hesabını da kuruşu kuruşuna halka verir.
Halk egemenliğinin zedelendiği ve demokrasinin aksadığı toplumlarda ise hükümetler ne bir uzlaşı arar ve ne de hesap verir, keyfe keder vergi toplar ve keyfe keder harcama yapar hatta bazı durumlarda bu keyfe keder harcamaları “itibardan tasarruf olmaz” gibi komik gerekçelere bağlamaktan bile çekinmezler.
Fakat bu tip ülkelerde bile halkın tepkisinden korkan hükümetler belirli bir oranın üzerinde vergi salmak istemez ve işte böyle durumlarda imdada enflasyon vergisi yetişir.
Enflasyon bir kanuna dayalı olmadan salınan bir tür sinsi vergidir, bu yöntem sayesinde hükümetler yükümlülüklerinden kolayca kurtulur ve mali edimlerini zahmetsizce yerine getirebilir.
Aslında enflasyon sadece hükümetleri yükümlülüklerinden kurtarmaz borcu ve yükümlülüğü olan herkes ve her kesimin yükümlülüklerinden kolayca kurtulmasına yol açar.
Enflasyon ile boynu kırılanlar ise daima alacaklı ya da maaş, kira, faiz vb. hak sahibi olup alacaklarını ya da haklarını enflasyona göre ayarlayamayalar olur.
Bakınız para konusu zaten çok karmaşıktır ama özellikle günümüz dünyasında paralar devletlerin sonsuz vadeli sıfır faizli senedi hükmünde olduğu için bu paranın değerindeki değişimi anlamak oldukça zordur, çünkü bu değer tamamı ile itibaridir!
Para en temelde alış verişte kullanılan bir değişim aracıdır ve paranın değişimdeki artı ya da eksi yönlü hareketler mutlaka ve mutlaka taraflardan birine zarar verir. İşte bu yüzden de para değerinin sabit kalması veyahut da değişse bile öngörülebilir ve kabul edilebilir bir ölçüde değişmesi bir ülkede ekonominin iyi işlemesi, ekonomik ilişkilerin sağlıklı kurulabilmesi açısından çok ama çok önemlidir.
Hükümetler kolaya kaçar ve iktidarda kalabilmek için popülist, hesapsız kitapsız harcamalar yaptıktan sonra bu yükümlülüklerinden kaçınmak için enflasyon yaratırsa bu en nihayetinde tüm ekonomiyi çökertecek bir etki yaratır.
Eskilerde altın ya da gümüş para kullanıldığı zamanlarda bu parayı hükümetler basar sıkıştıkları zaman paranın ayarını bozar içindeki kıymetli maden miktarını azaltır ya da paranın gramajını düşürürdü yani bir manada kalp para basmış olurdu ve bu da enflasyon yaratırdı.
Bretton Woods anlaşmasının çöktüğü 70’li yıllardan bu yana ise artık kıymetli madenlerden darp edilmiş ya da kıymetli madenlere endekslenmiş para birimleri kullanılmıyor. Bu gün kullanılan para birimlerinden hiç birinin kıymetli bir maden cinsinden bir karşılığı bulunmamaktadır.
Tarih boyunca paranın değerinin nasıl oluştuğunu ve değiştiğini anlamak için çalışan birçok iktisatçı olmuştur.
Bu çalışmalar kapsamında bulunan David Ricardo’nun miktar teorisini ve Irwing Fisher’in miktar teorisi denklemini geçmişte defalarca anlatmıştım.
Müsaadenizle kısaca tekrar edeyim:
David Ricardo’ya göre arzı artan malın fiyatının düşmesi ve arzı azalan malın fiyatının artması ilişkisi, para için de geçerlidir. Ekonomideki para arzı arttıkça, satın alınan mal ve hizmet miktarının sabit kalması hâlinde fiyatlar yükselecek; yani paranın değeri düşecek ve enflasyon artacaktır.
Miktar teorisini bir denklem ile açıklayan Irwing Fisher’in miktar teorisi denklemi ise M.V = P.Q olarak ifade edilir. Bu denklemde M para arzını, V paranın dolanım hızını, P fiyatlar genel düzeyini, Q ise üretilen mal ve hizmetlerin miktarını gösterir. V ve Q kısa sürede değişebilecek yapıda değildir. V, geleneklere, toplumsal anlayışlara bağlıdır. Üretim (Q) ise yapılacak yeni yatırımlara bağlı olarak artacağı için ancak orta uzun vadede artması mümkün olur. Yani V ve Q'yu kısa dönemde sabit kabul edebiliriz. Bu durumda: P = f (M) olur. Yani fiyatlar genel düzeyi, para arzının bir fonksiyonu haline gelir. Bunun anlamı şudur: Ekonomide para arzı artmışsa fiyatlar genel düzeyi de artar ve enflasyon dediğimiz olgu ortaya çıkar. Para arzını sadece piyasaya sürülen kâğıt para ve madeni para toplamı olarak almamak gerekir. Bu toplama bankalardaki mevduatlar da dâhil edilir. Bu durumda faizin düşmesi demek bankalarda duran paranın çekilip harcamaya dönmesi yani kullanılan para miktarının artması demektir. Ki bunun para arzını genişleteceğini ve MV = PQ denkleminden türeyen P = f (M) fonksiyonel ilişkisi sonucunda enflasyonu artıracağını söyleyebiliriz. Enflasyon dediğimiz sürekli ve genel fiyat artışlarının çoğunlukla nedeni budur.
Gerek David Ricardo ve gerekse de Irwing Fisher tarafından savunulan bu görüş fazlaca mekaniktir oysa bu gün kullandığımız para tamamı ile itibaridir yani sadece matematik hesaplamalardan değil duygu ve beklentilerden de etkilenir.
Sonuçta ekonomik faaliyetler insan davranış, beklenti ve tercihleri ile oluşur işte bu noktada da parayı basan otoritenin itibarı çok büyük bir önem kazanır bu faktör dikkate alınmadan enflasyon olgusu ne anlaşılabilir ve ne de kontrol edilebilir.