Uzun bir aradan sonra sizlerle yeniden birlikte olmanın mutluluğu içerisindeyim. Bundan sonra sizlerle daha sık iletişimde olacağız. Bu yazımda boşanmış annelerin güçlüklerle ve sıkıntılarla dolu yaşamlarına dikkat çekmek istiyorum.

Evliliklerin sona ermesinin farklı özel sebepleri olabiliyor, ancak hepsinde ortak olan cinsiyetler arası fırsat eşitsizliğinin, boşanmalarda kadınları dezavantajlı bir duruma iten yeni sorunları beraberinde getirmesidir. Toplumsal cinsiyete dayalı kalıpların dayatılmasıyla, eşler bir arada yaşarken yalnızca annelerin üzerine yüklenen ebeveynlik görev ve sorumlulukları, eşler ayrıldıktan sonra da anneye ait olmaya devam ediyor. Boşanmalarda, kadınlar sosyal, ekonomik ve sağlıkları açısından ezildikleri bir yaşama mahkum bırakılıyor. Bu sosyal gerçekliğin mağdur ettiği kadın sayısı her yıl yüz doksan bini buluyor. 

Çalışarak hayatlarını kazanmak durumunda olan annelerin karşılaştığı en büyük zorluk ise her yere yetişmeye çalışırken kendilerine geç kalmaları. Onurlu biçimde ayakları üzerinde durabilmeleri için tam zamanlı çalışmak zorunda kalan annelerin, mesai sonrası evlerine döndüklerinde onları bekleyen ev işlerinden geriye ne çocuklarıyla aktif olarak ilgilenebilecek vakitleri kalıyor, ne de ayakta durabilecek enerjileri…     

Asgari ücretle veya bu rakamın biraz üzerinde çalışmak zorunda olan anneler için ise boşanma sonrasında yaşam çok daha çetin bir hal alıyor. Daha ayın sonunu getiremeden kredi kartına yönelmek durumunda kalan annelerin kiralarını ve faturalarını ödeyebilmeleri için yeterli miktarda nafaka almaları gerekiyor. Maddi sıkıntı çeken boşanmış anneler tek hayatlarını müstakil olarak sürdüremedikleri için, çocukları ile birlikte çoğunlukla ‘baba evine’ dönerek, ev-ev üstünde yaşamaya mecbur kalıyorlar. Çocuğun bakımını anneanne-dedenin üstlenmesi, uzaktan bakınca bir avantaj gibi görünebilir, ama hem çocuğun annesi tarafından sağlıklı yetiştirilmesi anlamında bazı sorunlar yaşanabiliyor, hem de aile ve toplum baskısı kadınların özgürlüklerini ortadan kaldırıyor. Özetle, boşanmış anneler cendere arasında sıkışarak nefessiz kalıyorlar.   

Kaldı ki, ekonomik sorunları olmasa bile tek başlarına ebeveynlik yapmak durumunda bırakılan annelerin kendileri için ayırabilecek vakitleri yok. Arkadaşlarıyla buluşup sosyalleşmek, yeni bir hobi edinmek, okumak, öğrenmek, seyahat etmek, uzanıp dinlenmek, kültürel ve sanatsal faaliyetlerde yer almak, sivil toplum örgütlerine veya siyasi bir partiye üye olup etkinliklerine katılmak bir hayalden öteye gitmiyor. Bunları ancak çocukları belli bir yaşa geldikten sonra yaşamaya başlıyorlar, ancak yaşamlarının en verimli yılları heba oluyor ve geri getirilemiyor. Kadın hakları bağlamında, burada kısaca özetlemeye çalıştığım bu en temel ihtiyaçlar, kadınların hakları değil midir? 

Uyku problemlerinin, yoğun çalışma temposunun ve yüksek kaygı seviyesinin, yaşam kalitesini düşürerek rahim ağzı ve meme kanseri gibi strese bağlı bazı hastalıkları tetiklediği biliniyor. Genelde kadınların, özelde boşanmış annelerin içinde bulundukları sağlıksız çevresel koşulların kadın sağlığı üzerinde yarattığı yıkıma bu perspektiften yaklaşmalıyız. Boşanma sonrası ortaya çıkan bu kötü koşullara, yoksullaşmanın etkileri de eklediğinde, durum çok daha kritik bir hal alıyor. 

Boşanmış annelerin karşılaştıkları bu sistemsel sorunlar, kadınların toplumsal yaşamın her alanında güçlü biçimde var olmasına set çekmekte, ekonomik üretime ve siyasete tam ve nitelikli katılımdan uzak kalmasına yol açmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan bu sosyal adaletsizlik, ülkemizin çağdaşlaşma hedefleri ve ekonomik kalkınması açısından da çok büyük bir kayıptır. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Daha emin ve daha doğru olarak yürüyeceğimiz bir yol vardır: Büyük Türk kadınını çalışmamıza ortak kılmaktır“ sözleriyle kadına atfettiği değer üzerinden ele alacak olursak, her yıl iki yüz bin civarında kadının mevcut tek ebeveynli sistem tarafından adeta toplumsal ve siyasal alandan ‘men ediliyor’ olması Türkiye Cumhuriyeti’ni laik, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü çizgiden uzaklaştıran bir etkendir. 

Umarım, her yıl dört yüz kadının öldürüldüğü ve milyonlarca kadının şiddet gördüğü bir toplum haline nasıl geldiğimizi anlatabilmişimdir. Kadın, sayıdan ibaret değildir. Kadınlar yalnızca fiziksel olarak değil, sosyal ve ekonomik olarak da güvende değiller. Kadına karşı şiddetle mücadelenin istatistik paylaşımının ötesine taşınamaması, kadın haklarını hayata geçiren sosyal politikalar üretilmemesi, nitel çalışmaların yapılmaması kadın yaşamının ne denli hafife alındığının göstergesidir. Kadınların insanca yaşama haklarının elinden alınması normalleştirilmekten acilen çıkartılmalı, daha derin, somut ve kapsamlı projeler üretilmelidir. Türkiye’de kadın hakları mücadelesi ayakları yere basmayan, anlamından arındırılmış söylemler olmanın sınırlarını aşarak, hayatın tam merkezine oturtulacak uygulamalarla vücut bulmalıdır.  

Bunun için boşanmış annelerin sorunları gündemde tutulmalı, eşit ebeveynliğe imkan veren ve teşvik eden bir hukuk ve toplumsal sistem meydana getirilmelidir. Bu doğrultuda çalışmalar yapmak, Eşit Ebeveynlik Derneği’nin kuruluş ve varoluş amaçlarının başında yer almaktadır. Bu konudaki görüş, öneri ve katkılarınızı esit_ebeveynlik instagram sayfamıza ya da [email protected] adresine iletebilirsiniz.  Hep birlikte aydınlık günler görmek dileğiyle…